14 Mayıs seçimini geride bıraktık. 5 gün sonra, 28 Mayıs'ta seçimin 2.turu yapılacak. Fakat yine de 14 Mayıs seçimi için birkaç söz söylemenin gerekli olduğunu düşünüyorum.

Tartışmasız tüm muhaliflerin ağzında pelesenk olmuş bir tespit var: Demokrasinin sandığa hapsedilmesine, adaletin yok edilmesine, rantın-rüşvetin rutine dönüştürülmesine ve sarsıcı bir ekonomik krize rağmen nasıl oluyor da muhalefet meclis çoğunluğunu alamıyor? Nasıl oluyor da Erdoğan net bir şekilde ilk turu önde kapatıyor?

Hemen belirtelim ki, esas mesele devletleşmiş bir parti olarak AKP'nin seçimlere elinde tuttuğu makro ve mikro iktidar mekanizmalarıyla girmesi, deyim yerindeyse maça 10-0 önde başlamasıdır. Seçim tarihini kendisine göre belirlemesi, anayasaya göre bakanların istifa etmesi gerektiği halde istifa etmeden bakan olarak ve devlet imkanlarıyla aday olarak seçim çalışmalarında bulunmaları, seçim yasasının değiştirilmesi vb. örneklerde görüldüğü gibi AKP oyunun kurallarını da yine kendisi belirlemekte, hem oyuncu, hem hakem rolünü üstlenmektedir.

Seçimde hile olmadı mı denebilir. AKP demek hile demektir. AKP demek yalan, yasakçılık ve yolsuzluk demektir. Ancak AKP hileyi ve derecesini ihtiyaç duyduğu kadar yapmaktadır. Yukarıda anlattığımız gibi, AKP'nin elinde tuttuğu makro ve mikro iktidar mekanizmalarına sahip oluşu onun hileyi ne kadar yapacağının nişanesidir. Hal böyle olunca hile, seçimi kazanma stratejisinin daha az önemli bir parçasına dönüşmektedir. AKP ihtiyaç duyması halinde bunu yapacaktır ve yapabilmektedir. Ancak esas olarak elinde bulundurduğu devlet olanakları ve kurduğu iktidar mekanizmaları kendisine seçimi kazandırmaktadır. Eğer hile yapıyorsa bu da hile yapabilecek güce sahip olmasıyla ilgilidir. Dolayısıyla hile ancak AKP'nin ''olağanüstü'' bir rejim inşa etmesi gerçeğinin içerisine yerleştirdiğinde bir anlam kazanmaktadır. Tek başına bir açıklayıcılığı yoktur.

14 Mayıs seçim yenilgisinde diğer bir belirleyenin, muhalefetin gerek tarihi gerekse de mevcut zamanı okumaktan ve toplumu tanımaktan aciz oluşudur.

Şöyle ki: Türkiye nüfusunun kahir ekseriyeti kent yoksulluğundan oluşmaktadır. Yoksul, eğitimsiz, mesleksiz, itaatkar, kendisini mutlaka bir yere ait hisseden, kolay yoldan geçimini sağlamayı hayatının merkezine koyan ve en önemlisi de güce tapan bir karaktere sahip insan topluluğu... Maalesef gerçek bu. Böyle bir nüfus çoğunluğunu demokrasi, adalet, hak, hukuk, eşit/eşdeğer vatandaşlık ilkelerine göre ikna etmek elbette mümkün. Ancak bu, süreç içinde mümkün...

Siyaset oldukça zor zanaattır. Süreç içerisinde yapılması gereken siyaset sadece sandık için yapılmaz, yapılamaz. Siyaset, özellikle son 21 yıldan beri toplumun farklı kesimlerinin arasına örülen kimisi tarihsel kimisi dönemsel duvarları yıkmak veya aşmak, ancak ve ancak süreç içerisinde, üstelik sığ ve yapmacık söylemlerle değil, ipek gibi işleyerek yapılması gereken politikalar bütünüdür.

Diğer bir mesele, muhalefetin AKP iktidarının ''olağanüstü'' karakterini görmekten kaçınması, onunla asla cepheden bir yüzleşme ve mücadeleye girişmemesi, onu gerçek anlamda hiç yormaması, yıpratmaması, ''serbest seçimler'' illüzyonunu devam ettirmesidir. O zaman elbette AKP'nin oyları yüzde 30'ların, Erdoğan'ın oyları ise yüzde 40'ların altına bir türlü düşmemekte, iktidar rahatça seçim günü ve akşamına her türlü yığınağını yapabilmektedir. Muhalefetin kimi zaman (15 Temmuz darbe girişimine karşı Yenikapı Mitinginde iktidarın yanında yer alması, dokunulmazlıkların kaldırılması gibi) yaptığı ciddi anti demokratik tutum ve politikaları onu bir türlü iktidarla cepheden bir yüzleşmeye girişmesini engellediği için AKP'nin tabanı çözülmemekte, kitlesel bir kopuş yaşanmamaktadır..

28 Mayıs seçimine 5 gün kala öncelikli görev; sandığa asılmak, halkın AKP'yi gönderme iradesiyle buluşmaya devam etmek, oyları koruyan, sandık güvenliğini sağlayan bir tutum sergilemektir.

Öte yandan belirtmemiz gereken başka bir hakikat, 14 Mayıs seçimlerinde bütün devlet imkanlarına ve yapılan seçim hilelerine rağmen AKP'nin oyları yüzde 35'lere kadar gerilemiş, Erdoğan cumhurbaşkanlığını kazanamamıştır. Meselenin bu yönü bile muhalif kesimlerde 28 Mayıs seçimini bir referandum niteliğine bürünmesini sağlamış ve kazanma umudunu tazelemiştir.

Sonuç olarak, AKP 28 Mayıs seçiminden de başarıyla çıkarsa, siyasi arenada bütün denklemlerin yeniden kurulması gerekecektir. Zira, seçim sonucu ne olursa olsun Türkiye'nin önünde herhangi bir şekilde normal, istikrarlı bir dönemin açılması mümkün değildir. Mevcut düzenin krizi çok daha şiddetlenerek derinleşme potansiyeli taşımaktadır. Muhalefetin işi ise bu kriz potansiyeline müdahale edecek devrimci bir öznenin yaratılması için toplumu kucaklayan yeni ve etkili araçlar bulmak ve topluma birebir dokunabilecek iletişim kanalları açmaktır.