Siyaset bilimi literatüründe, baskı grupları yerine sivil toplum kuruluşları kavramının giderek daha fazla kullanıldığı görülmektedir. Sivil toplum kuruluşları, devletlerden ve siyasi partilerden bağımsız olarak kamusal alanı etkilemek isteyen bireyler tarafından oluşturulmuş, gönüllülük esasına dayalı örgütlenmeler olarak tanımlanabilirler. Her baskı grubu aynı zamanda bir sivil toplum kuruluşudur ya da baskı grupları sivil toplumun vazgeçilmez unsurlarıdır. Bir baskı grubu olan sivil toplum örgütlerinin amacı siyasi mücadele, yani siyasi iktidar mücadelesi olmayıp asıl amacı, üyelerinin yaptıkları iş veya mesleki yolda işlerini kolaylaştırmak, üyeler arasındaki dayanışmayı sağlamaktır.

Sivil toplum örgütleri siyasi iktidar mücadelesi içinde olmayabilirler ancak bu onların siyasetle ilgilenmeyeceği anlamına gelmez. Ancak bu örgütler kendilerini ilgilendiren konularda siyasi iktidarı etkilemeye çalışırlar. Zira, toplumlar çok farklı siyasi, ekonomik, kültürel çıkarları bünyelerinde barındırırlar. Bu durum farklı çıkarların taraflarının da temsil edilmesini gündeme getirir. Siyasi partiler toplumdaki her kesimin temsili noktasında çoğu zaman yeterli olmazlar. İşte burada baskı grupları dediğimiz sivil toplum kuruluşları devreye girerler.

Baskı grupları ya da sivil toplum kuruluşları, siyasal partiler tarafından yeterince temsil edilemeyen çıkarları siyasal sistemin merkezine taşıma potansiyeline sahiptirler. Zira siyasi partiler, toplumda çok küçük bir kesimi ilgilendiren ayrıntılı teknik meseleleri gözden kaçırabilir ya da bilerek bir kenara itebilirler. Bu grupların, siyasi iktidarların kendilerine yönelik uygulamalarına karşı ses çıkarmaları, iktidarlar üzerinde bir baskı unsuru oluşturabilmektedir. Bu anlamda baskı grupları ve sivil toplum kuruluşları, devletin ezici gücü ile kıyaslandığında zayıf kalan bireylerin sadece kendi çıkarlarını savunmalarına değil, kendilerini de devlete karşı daha iyi korumalarına da yardım ederler. Örgütlenme düzeyi yüksek bir toplumda devlet kaynaklı hak ve özgürlük ihlallerine karşı tepki göstermek daha kolaydır. Örneğin sendikalı bir işçi, işsizlik olasılığından daha az çekinir. Benzeri sivil toplum örgütüne üye bir meslek mensubu, mesleki faaliyeti sürecinde yaşayabileceği sorunlarını örgütü aracılığı ile daha rahat çözebileceği fikrini taşır... Örnekler çoğaltılabilir.

Bir ülkede sivil toplum kuruluşlarının sayısının ya da genel olarak örgütlenme düzeyinin yüksek olmasının, toplumda insanlar arasındaki yurttaşlık değerlerini olumlu etkilediği ve onları geliştirdiği bir gerçektir. İnsanlar örgütleri aracılığı ile siyasete katıldıkça tahammül, başkalarını anlama, sorunları diyalog yolu ile çözme gibi demokratik değerleri içselleştirme olasılıkları da artar. Bir toplumsal örgütlenme içinde olmak, insanı sadece karşılaştığı sorunların çözümünde kendisine yardımcı olunacağı duygusunu değil, aynı zamanda toplumsal çıkarları aynı olan kişilerle beraber mücadele ortamında olması, onu kitlesel olarak gücünün büyüklüğünün de farkına varmasının teminatıdır. Zira, kitleler gücünün büyüklüğünü yine kitlesel mücadele sürecinde öğrenirler.

Baskı gruplarına bir örnek olarak tanımlayabileceğimiz meslek odaları ise gerçek manada birer sivil toplumu olabilmesinin önünde çeşitli engellerin olduğu görünmektedir. Çünkü meslek odaları devletin bakanlığının izini ile kurulabilmektedir. Bu durum yukarıda tanımlamaya çalıştığımız devletlerden ve siyasi partilerden bağımsız olma koşuluyla çelişmektedir.

Bu konudaki yasa aynen şöyle demektedir:

''Belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlerine uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleri ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlakını korumak maksadı ile kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre (abç) yargı gözetimi altında, gizli oyla seçilen kamu tüzel kişiliklerdir.''

(Kamu Kurumu Niteliğindeki Meslek Kuruluşları ve Üst Kuruluşları Kanunu Madde : 135)

Meslek odalarının kuruluş amaç ve uygulamasının bu niteliği onun devletin emrinde olması gerektiği sonucunu çıkarmamalıdır elbette. Ancak başta İstanbul Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler Odası (İSMMMO) olmak üzere ülkemizdeki meslek odalarının hemen hepsi devletin tanıdığı bu 'emredici ' sınıra harfiyle uymuşlardır. Özellikle İSMMMO kurulduğu 28 yıldan bu yana meslek mensuplarının hiçbir sorununu çözme basiretini göstermemiştir. Aksine her dönem 'seçilebilme' şansına sahip olan oda yöneticileri kendileri birer sorun olmuşlardır. Oldukça yüksek 'huzur hakları' adı altında elde ettikleri rantla oda yöneticiliğini bir gelir kapısı olarak görmüşlerdir. Hiç unutmam, 2010 yılındaki İSMMMO genel kurulunda oda başkanının huzur hakkının ne kadar olduğunu sorduğumuzda önce cevap vermeme yolunu seçmişler, ısrarlarımız üzerine 26.000.- TL olduğunu itiraf etmek zorunda kalmışlardı. Meslek mensupları aylık giderlerini karşılamakta zorlanırken oda yöneticileri meslektaşların aidatlarıyla genel müdür maaşı boyutunda 'geliri' kendilerine reva görmektedirler.

Odalarımızın kurulduğu 28 yıldan bu yana oda yönetiminde bulunan tüm yöneticiler meslek mensuplarının hemen hiçbir sorunun çözüm merkezi olmamış, aksine oda yönetiminde olmayı profesyonel bir yönetici olarak değerlendirip meslektaşların sırtında bir yük olmuşlardır. Sorunların çözümü ile ilgili öneri sunulduğunda ''biz siyasi parti değiliz, sokakta hak arayamayız...''mealinde vesayetçi, statükocu, iktidar yanaşmacılığı tavırlarını eksik etmemişlerdir. Zaten 28 yıldan beri İSMMO'nun başında bulunan Çağdaş Demokrat Muhasebeciler Grubu (ÇDMG) ve onlara 2008 yılında eklenen Meslekte Birlik Grubu (MB), işleri sorun çözmek değil, aksine yıllardır birikmiş sorunların adeta kendisi olmuşlardır.

Ben burada tek tek meslek sorunlarını anlatmak niyetinde değilim. Sorunların neler olduğunu, bunları en derinden içselleştirmiş meslek mensupları bizzat yaşayarak biliyor zaten.

Meslek sorunlarını ülke sorunlarından ayırmadan, en somut ve demokratik çözümünden yana olan, hiçbir mevki ve koltuk kaygısı taşımayan, adaylarını geniş kitlesel katılım sağlamak suretiyle ön seçim yöntemi ile belirlemiş İstanbul Katılımcı Muhasebeciler Hareketi (İKMH) İstanbul'da muhasebecilik, mali müşavirlik mesleğini icra eden her meslek mensubu için en doğru seçenek olarak görülmektedir.