“Siz bizi aptal mı sanıyorsunuz?
Yirmi-otuz silah, otuz beş-kırk insanla Türkiye'de devrim olmayacağını bilmeyecek kadar aptal değiliz. Ama biz ilk kıvılcımı tutuşturmak için silahlanıp dağlara çıktık. ”
Hüseyin İnan
‘’1972 / Meşaleyi Yakanların Öyküsü’’, Denizlerin katlinin 50. yıldönümünün hemen öncesinde ressam Burhan Kum’un fırçasından kitabevi raflarına, oradan da okurlarına ulaştı. Ayrıntı Yayınları içerisinden elimize ulaşan bu kitap bir resim sergisi adeta.
‘Sergi’ daha kapakta başlıyor. Hepimiz Üç Fidan’ın bir arada bulunduğu değişik fotoğraf karelerinden bir araya getirilmiş ve daha çok afiş olarak kullanılan fotoğrafa aşinayız. Bu kez Burhan Kum’un kapaktaki yağlı boya tablosunda Mahir Çayan ve Sinan Cemgil de var. Mahir, 30 Mart 1972'de Kızıldere'de 'Onlar'dan biri olarak katledildi. Denizleri ipten almak "bir şeyler yapmak" için hapishane duvarlarını delip çıkan Mahir. Devrimci dayanışmanın adı Mahir de tabloda. Mahirler Kızıldere'de, Sinanlar Nurhak’ta aynı amaçla harekete geçmişlerdir. Deniz, Yusuf , Hüseyin'in idamını engellemek... Bir devlet cinayetine dur demek içindi bütün çaba.
Benim dikkatimi ilk önce Sinan’ın gözlükleri çekti. Sinan hakkında daha çok şey biliyoruz, bir çok fotoğrafı da bulunmakta. Ancak gözlüklü olanını nedense anımsamıyorum.
31 Mayıs 1971 günü Nurhak’ta yaşananları Hacı Tonak anlatıyor:
‘’Sinan’ın bir elinde dürbün, bir elinde de gözlüğü vardı. Kalaşnikof, kullanılmaya elverişsizdi. Omuzunda çaprazlama astığı silahın namlusu yere dönüktü. Gözlüksüz pek seçemezdi Sinan. Dürbünü kullanmak için çıkardığı gözlüğünü elinde tutuyor, bakamıyor, silahına sarılamıyordu. Gözlüğünü takınca beni gördü’’ (1)
Sinan’ın gözlüğüne dava arkadaşı Tonak tanıklık eder. Gözlüklü fotoğraflarını görmemiş olmak veya Tonak yanılmış olsa bile ne fark ederdi ki, ressam/yazar Kum , edebiyat ve resim sanatıyla yeni bağlantılar kurarak biz okurlara yeni alanlar açmış da olabilir pekala.
“Şu var ki sanat ve edebiyatta, bilimde olduğundan farklı olarak herkes tarafından aynı biçimde anlaşılır olma özelliği yoktur. Sanat eserine verilen anlam, pek çok dolayımdan geçerek doğar. Nesnel ve öznel ilişkiler , tarihsel koşullar, toplumsal bilinç biçimlerinin etkisi, siyasal eğilimler ve eğitim düzeyi, anlamın algılanmasını etkiler.” (2)
Bakü’den Amsterdam’a, İstanbul’dan Antalya’ya kişisel ve karma sergiler açan Burhan Kum, bir ressam, heykeltıraş, çizer, çeşitli dergilere sanat yazıları yazan, Akdeniz Üniversitesi GSF’de dersler veren çok yönlü bir sanatçı. 1984 Yayınları’ndan çıkmış ‘Gentile Bellini’nin Konstantiniyye Günlükleri’ adlı bir çizgi romanı da vardır. Ortak kitap ’Utanç ve Onur’un yazarlarından birisidir Burhan Kum.
Yarım asır geride kaldı. Denizlerin hayatta kalan arkadaşları 70’li yaşlarında.
Bana öyle geliyor ki 68 kuşağının yaşamını yitiren, katledilen önderleri, neferleri genç kalmadılar sadece, yaşayan ve kaldığı yerden mücadeleye devam diyen Denizlerin mücadelesini işçi sınıfına taşıyan, sınıfla birleştiren Partili yoldaşları hala gençtirler, yetmişli yaşlarına rağmen, hem de. Hala önde hala sınıf mücadelesi içinde olmak genç kalmaktır aslında. Nurhak’ta yaralı yakalanan Endi’ye, kuşatmayı yarmayı başaran Zaza’ya (... ) ‘’1972 Meşaleyi Yakanların Öyküsü’’ne önsözüyle katkıda bulunan Deniz'in çocukluk arkadaşı Aydın Çubukçu’ya kim yaşlı diyebilir?
68’li yıllardan 6 Mayıs 1972’ye uzanan meşaleciler, oradan günümüze, buradan yarını simgeleyen hareket ve onların ayak izlerini takip edenler genç kalacaklardır elbette.
“Bütün çiçekleri koparabilirsiniz ama baharın gelişini engelleyemezsiniz.”(3)Bahar, ilk bahar tazeliğin gençliğin, umudun , aydınlığın adıdır ne de olsa.
Sinan’a yoldaşları Hoca diyorlarmış. Bugün de Sinan'ın dava arkadaşları, takipçileri, O’nun şahsında olsa gerektir bir birlerine Hocam diye hitap eder. Bu sesleniş yoldaş manasındadır.
Faşizm koşullarında mücadeleyi ‘illegal sürdürmek zorunda kalan’ devrimciler ‘kod’ adı kullanmak gerektiğinden kendilerine en çok Sinan adını seçmek istedikleri bilinir. Deniz olmak, Sinan olmak, Mahir olmak, Erdal olmak... isteği kolay karşılık bulmaz çünkü ondan hemen önce başlayanlar bu adları kapmış olurlardı çoğu zaman. İnsanlar çocuklarına bu isimleri verdiler, vermeye devam ediyorlar. Geçmişi sadece yadetmek için değil geleceği bu isimlerde gördüklerinden dolayıdır. “Deniz olunmalı” sözü bir kişinin şahsında geleceği ifade ettiği için Deniz olunmalı... Gelecek sözcüğüne herkes farklı anlamlar yükleyebilir ancak benim kastım, Türkçede ortak evrensel anlamına gelen; sınıfsız sömürüsüz bir dünyayı ifade eden komünizmden başkası değildir. "Gençlik Gelecek, Gelecek Sosyalizm "sloganı ne güzel ifade ediyor. 68 devrimci gençliğinin de kastı farklı değildir.
‘’1972 / Meşaleyi Yakanların Öyküsü’’ Bir resim atölyesinde yaşam buldu demiştik. Yaklaşık bir yıl boyunca yüzlerce kez, yüzlerce kare çizildi boyandı. Kitabın her sayfasında 4-5 resmin bulunduğu bir çizgi roman ortaya çıkmış. Resim sanatıyla edebiyat aynı kitapta buluştu. Dünün, bugünün ve yarının öyküsüdür "1972 Meşaleyi Yakanların Öyküsü".
’’Biz edebiyattan geldik’’ der Deniz Gezmiş. Okumanın mücadele ile olan bağını ne kadar güzel ifade etmiş. Sanat ve edebiyat bahçesine ‘1972 Meşaleyi Yakanların Öyküsü’nde dahil oldu. Yolu açık okuru bol olsun ki, O meşale, mücadele sürdükçe aydınlatmaya devam etsin. Sinan Cemgil’in gözlüğünden siyah beyaz yaşamlar renklenerek anlamını bulsun, buluyor...
Bir çizgi roman olan kitaptan bir bölümdeki resimleri okursak;
Rojda çadırdan çıkar. Bir taşın üzerine oturmuş ayakkabısını bağlarken ayağının dibindeki çiçekleri okşar, ellerinin kokusunu içine çeker. Elinde bidon gözeye su getirmeye gider. Suyun yanındaki çalılıkların arasında bir parıltı çarpar gözüne. Uzanır alır. Sapı kırık, tek camı çatlak bir gözlüktür.
(Sinan’ın gözlüğü). Geri döndüğünde Deniz üfleyerek ateşi yakmaya çalışmaktadır.
Rojda, -Gözlük camını mercek gibi kullanarak ateş yakabilir misin? der.
Deniz, -Gözlük camı mı? Nerden çıktı şimdi ?.
Rojda, -Derenin yanında buldum aşkım. Sizin yayla da arkeolojik alan gibi. Nereye elini atsan tarih fışkırıyor.
Deniz, - Ateş yandı zaten. Neyse, ver bakayım şunu.
(Gözlüğü takar, etrafa bakınır. Gülümser. Şaşkındır. Gözlüğün içi renklenmeye başlamıştır. )
Rojda, -Ver bir de ben bakayım.
Deniz, -Dur bi dakka, çok heyecanlı.
Rojda, -Hadi ya, çok merak ettim.
(Deniz gözlüğü verir: Rojda takar ve etrafa bakınır. Yavaşça yerden havalanır. Her şey yukarıdan, Rojda’nın gözünden görünür. Deniz şaşkın, havadaki Rojda’ya bakar. Rojda bir süre uçar.
Uzakta onlara doğru yürüyen adamlar görür. Sonra aniden yanında belirir. İkisi de şaşkındır. )
Deniz, -Ne oldu Roj? Uçtun mu n'aptın? Anlamadım.
Rojda, -Bilmem, aşkım. Bu gözlük bi acayip. Her şey bir anda çok güzel göründü gözüme.
Deniz cep telefonunun çıkartır. İkisi yan yana gelir ve gözlüğün birer camından gülümseyerek çevreye bakarlar.
İlerden Deniz, Yusuf, Hüseyin, Sinan... görünür. Gelip yanlarında dururlar.
Deniz selfie çeker. Bu selfiede bir birine sarılan Deniz ve Rojda’nın arkasında Kadir, Alpaslan, Yusuf, Hüseyin, Deniz ve sıkılı yumruğu havada Sinan gülümsüyor. Çizgileriyle rengarenk bir tablo ile kitap bir solukta "Sürecek " sözcüğü ile sanki şair Adnan Yücel’e de bir selam göndermiş gibi son buluyor. “Sürecek” kitabın devamının geleceğini mi yoksa mücadelenin sürdürüleceğini mi anlatmış bilmiyorum. Belki de ikisini birden... "Sürecek". Sürecek...
----------------------
(1) Erdal Öz, Gülünün Solduğu Akşam, Can yayınları, s. 112
(2) Aydın Çubukçu, Düşünmek ve Söylemek, yeni e dergisi, sayı 53, Mart 2021
(3) Pablo Neruda