Ali Bulaç’ın başörtülü milletvekili inisiyatifi konusundaki değerlendirmeleri, politik ve sanal ortamlarda tartışma yaratıyor. Başörtülü kadınların ‘milletvekili’ olma taleplerini ‘iyi saatte olsunlar’ın faaliyeti olarak tanımlayan Bulaç, İslami statükonun görüşlerini şöyle özetliyor: “İçlerinde öyleleri var ki, başından beri ilişki ve sıkı dostluk içinde oldukları bazıları, kendilerinde İslami çevreleri ve İslami hareketi içerden çökertmek, zihinsel haritayı değiştirmeyi görev yapmışlardır. Birer ‘beyaz casus’ gibi beşinci kol faaliyeti yürüten bu kimseler devşirme ve zihin haritasını değiştirme işinde bir miktar başarılı da oldular. Bana sorarsanız bu seçimde de başörtülü milletvekili olmayıversin...”
Nihal Bengisu Karaca ve Hilal Kaplan, “Başörtülü aday yoksa oy da yok” kampanyasını savunan isimler olarak Bulaç’a tepki gösterdi. Karaca şunları söyledi: “Ali Bulaç...kampanya dolayısıyla öne çıkan kadınların dindarlık kalitesini masaya yatırmış, handiyse ‘dalak sorgusu’ yapmış... Kullandığı ‘soğuk savaş’ dili, bazılarımızın beşinci kol faaliyeti gösteren ‘beyaz casus’ olarak suçlanmasına, başörtüsünü ticari amaçla kullandığımızı iddia etmesine kadar gitmiş.”
Karaca, Bulaç’a eleştirilerini şöyle sürdürüyor: “Kim derdi ki, dindar insanların bir-iki nesline önemli katkılar yapmış, onları seküler, üsttenci ve sömürgeleştirici mantığın içimize sokmaya çalıştığı aşağılık kompleksine karşı uyarmış biri, içinden çıktığı kesimin kadınlarına karşı aynı aşağılık kompleksinin içinden bakacak? Size göre sadece çoraplarınızı yıkaması gereken dindar kadınlar sizin de yıllarca yaptığınız gibi bazı ticari faaliyetler içine girmişlerse ya da meslek sahibi olmuşlarsa bunu mutlaka ‘başörtüsü mağduriyetlerini kullanarak’ yapmışlardır öyle mi?” 

Kaplan’ın Bulaç’a tepkisi
“Anlaşılan bir kısım ‘muhafazakâr’ erkek de başörtülü kadınları, ‘Ben bilmem, kocam bilir-hocam bilir’ dediğimiz ve başımızın örtüsüyle erkeğin işine karışmadığımız sürece yüceltecek. Kendilerinin ‘veli’(yardımcı, dost, koruyucu, destekçi, kardeş ve savunucu) olmaktan anladığı buysa, ‘istemez üstü kalsın’ demek de kaçınılmaz oluyor” diyor Hilal Kaplan, Ali Bulaç’a... “Anlayacağınız her halükârda ‘Müslüman kadının adı yok’. Ya yönlendirilmişiz ya kandırılmışız. Üçüncü bir seçenek mevcut değil. Bulaç’ın dayanamadığı, sadece evinde oturup çocuk bakmak yerine aynı zamanda bileğinin hakkıyla para kazanmış başörtülüler olmasın? Böyleleri bir de Bulaç’la yan yana konuşmalara çağrılıyorlar, Allah sizi inandırsın” diye devam ediyor Hilal Kaplan…
Geleneksel kültür kodlarından kaynaklanan ve kadını erkek karşısında ikinci sınıf gören, hatta erkeğe hizmet eden bir ‘yardımcı’ olarak algılayan bakış açısı hâlâ tam olarak aşılabilmiş değil. Ancak, yüzyılların biriktirdiği feodal, ataerkil düzen ve bunun sonucunda oluşan erkek egemen kültürün, kırılma noktasına geldiğini görüyoruz.
Türkiye, kadın konusunda ‘laik kesimi’yle ‘muhafazakâr kesimi’yle bir kırılma noktasında. Özellikle de İslami kesimin önümüzdeki dönemde en çok zorlanacağı alanlardan birini hatta belki de birincisini kadın konusunun oluşturduğu açık. 

Cin şişeden çıktı
İslami kesimin siyaset dünyasında etkili olması ve gelişmesinde kadınların oynadığı rolü anlatmaya gerek yok. ‘Cin şişeden çıktı.’ İslami kesimin kadınları toplumsal hayatın içine karıştılar, entelektüel dünyayı şekillendirmeye, modernleşme, demokratikleşme yolculuğunda rol oynamaya, mevki ve para sahibi olmaya başladılar.
Bir kültürün adalet, özgürlük ve insanilik derecesinin en net göstergesi, kadının konumudur. Kadını baskı altına alan, sosyal yaşamın dışına iten, taleplerini “Şimdi sırası değil, dur bakalım, daha hayati meselelerimiz var” şeklinde geçiştiren bir kültür, çağımızın insani standartlarına cevap veremez.
Laik statüko, başörtülü kadınları, ‘birileri tarafından kullanılan’, ‘birilerinin oyununa gelen’ bilinçsiz insanlar olarak görüyordu; şimdi de muhafazakâr statükonun benzer bir yaklaşımıyla karşı karşıya olduğumuz görülüyor.