Yine ortadan bölündük: Bir kesime göre Balyoz’da adalet mükemmel bir şekilde gerçekleşti. Bir başka kesime göre ise Balyoz tamamen sahte belgelerden, kurmacalardan oluşan bir dava.

Türkiye’deki yargı sistemi sorunlu. ‘Özel Yetkili Mahkeme’lerin varlığı, yargılama biçimi, yargılama yetkileri demokratik rejimlerde rastlanacak cinsten değil. Yargılamalar, adaletli veya rasyonel bir çerçevede yürümüyor.

Gelelim, Balyoz, Ergenekon ve Kafes davalarına...

Yargılanan subayların ailelerine bir diyeceğim yok. Onlar yakınlarının masum olduğuna inanıyorlar. Benim sözüm bazı gazeteci, TV yorumcusu ve köşe yazarlarına. Sanki bu ülkede askerler hiç siyasete müdahale etmemiş gibi davranma refleksi hâlâ çok yoğun. Aslında, daha düne kadar, gazeteciler ‘siyasetin nasıl yürüyeceğine’ ilişkin temel bilgileri birinci elden, yani Genelkurmay’dan alırlardı. ‘Genelkurmay gazeteciliği’ diye bilinen bir gazetecilik türü vardı. Bu, yakın tarihin muteber bir gazetecilik biçimiydi. ‘Gazetecilikte kariyer yapma’ peşindekilerin en işlevsel referanslarından biri TSK’ydı. Bazı isimlerin Genelkurmay tavsiyesiyle bazı büyük yayın organlarına ‘tayin’i sıradanlaşmıştı. Tabii ‘iş takipçisi gazetecilik ekolü’nün önemli ağırlık merkezlerinden birisi de TSK’ydı.

Plan yapıldığı belliydi
Ergenekon, Balyoz, Kafes davaları; işte böyle bir ‘iktidar bloku’nun siyasete müdahale biçimlerinin yargı önüne taşınmasıdır. İlk başlarda bu yargılamanın ne kadar zor ilerlediğinin de tanığıyız. O dönemde yargıya ve belli iktidar merkezlerine egemen olan güç, askerlerin yargılanmasına ciddi bir direniş gösterdi. (Zaten süreç, askerlerin yargılanmasıyla değil, Ümraniye’de bir evde dinamitlerin yakalanmasıyla başladı. Oradan askerlere sıçradı.)

Yeniden Balyoz’a gelirsek... Bu konudaki iddialar 2003’e dayanıyor. O yılların Türkiyesi’ni düşünelim: Türkiye, Kıbrıs meselesini çözmeye çalışıyor, Denktaş ve askerler ise çözüm imkânını bertaraf etmek (ve Türkiye’nin AB yolunu kesmek) için müdahalelerde bulunuyorlardı... O günün koşulları içinde, üst düzey askerlerin bir kesimi, belli ki plan yapıyor. Böyle bir plan sürpriz sayılabilir mi? Orada konuşulan sorunların, o dönemin askeri gelenek ve yaşanmışlıklarına ters düştüğü düşünülebilir mi? Peki, Türkiye’de 2007’den beri faili meçhul cinayetlerin, suikastların bıçak gibi kesilmiş olması, bütün bunlardan bağımsız değerlendirilebilir mi?

Başından beri, Ergenekon, Balyoz ve Kafes davaları konusundaki ‘Nereden çıktı bu?’ sorularını (‘kasıt’ın ötesinde) ‘bilgisizlik’ ve ‘kolaycılık’ yönünden değerlendirmekten yana oldum.

En son kullanılabilecek ifade: Sürpriz
Askerin siyasete müdahil konumu ve ‘iktidarını kendi gönlüyle bırakabilecek’ bir psikolojiden uzaklığı, en başından beri açıktı. Bazı askeri kesimlerin bu iktidar ve egemenlik gücünü, 2003 yılında hiç istemedikleri ve karşıdevrim olarak tanımladıkları bir hükümeti yıkmak için kullanmaya çalışmaları için en son kullanılabilecek ifade ‘sürpriz’ ifadesidir. Belgeleri, ortaya çıkan telefon kayıtlarını, plan seminerlerini, o siyasi ortamı düşünerek okuduğumuzda her şey yerli yerine oturuyor.

Bu davalar, darbeler geleneğinin önünün kesilmesini içine alan bir süreci yansıtıyor. Şu an yaşanan sürecin hukuki boyutlarını ve ‘gündelik siyaset’ perspektifini tartışıyoruz. Tarihsel ve zihinsel planda yaşanan dönüşümü ise uzun vadede daha net bir şekilde değerlendirebileceğiz... ‘Bir şey olmadı’, ‘hepsi kurmaca’ yaklaşımı; geçmiş dönemin güç ilişkilerine bir özlemi yansıtıyor...

Tabii AK Parti hükümetinin de hataları ortada. Ülkedeki hukuk mantığının daha yoğun şekilde eleştirilmesi şart. Adil yargılamaya ilişkin eksiklik ve yasal engeller, bazı insanların haksız hükümler giymesine mutlaka yol açmıştır. Yargıtay aşamasında bunların en aza indirilmesi, evrensel hukuk ölçülerine aykırı yasa ve uygulamaların değiştirilip düzeltilmesi, acil bir ihtiyaç olarak önümüzde.