Hüseyin Aygün, 2011 yılının kasım ayında “Dersim katliamıyla yüzleşmeliyiz” demişti. CHP Tunceli (Dersim) milletvekili olarak, CHP’nin ve Atatürk’ün de sorumluluğuna dikkat çekiyordu: “Dersim katliamının sorumlusu CHP’dir. Aleviler, Atatürk’le Hazreti Ali’nin fotoğraflarını yan yana asıp kendini kandırmasın!”

Aygün’ün bu dikkat çekici tavrına, CHP içindeki milliyetçi/militarist kanattan gelen sert tepkileri hatırlayalım: 12 milletvekili adına açıklama yapan Haluk Koç, Hüseyin Aygün için “gereğinin yapılmasını” istemişti: “Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün bir yayın organına yaptığı açıklamalar, (…), kabul edilebilecek değerlendirmeler değildir. CHP’ye oy veren, zor koşullarında mücadelesini yürüten, umut olarak görmek isteyen milyonlarca yurttaşımız gelişmelere isyan etmektedir. Genel başkanımız başta olmak üzere CHP organlarını tavır koymaya ve gereğini yapmaya davet ediyoruz.”

Haluk Koç, son kurultayda parti Meclisi için yapılan oylamada en çok oy alanlar arasındaydı. Kılıçdaroğlu onu listesine aldı. Parti içindeki değişim karşıtı kanadın desteğini aldığı belliydi. Kılıçdaroğlu tarafından Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü seçilen Koç, önceki gün, Parti sözcüsü olarak, “Oslo görüşmeleri”ni deşifre eden belgeyi açıkladı.

Son dönemde, kanın durdurulması ve PKK’nın dağdan indirilmesi amacıyla atılan en tayin edici adımlardan birisinin “Oslo görüşmeleri” olduğunu düşünenlerdenim.

CHP’nin böyle bir noktadan muhalefet yapmaya kalkması, geleneksel Baykal dönemi politikası içinde çok normal karşılanabilirdi. Ama özellikle 2011’den bu yana, CHP içinde farklı bir yaklaşım şekilleniyor: Örneğin, 2011 seçim beyannamesinde açıklanan “Kürt Sorununa ilişkin rapor”, görüşmelerin sürdürülmesine açık bir tutumu yansıtır.

Dün Kılıçdaroğlu, MİT ve PKK’nın Oslo’da gerçekleştirdiği görüşmeler için, “Silah bıraktıracaksa görüşmeler devam etmeli” ifadesini kullanarak bu yeni tutumun belki de şimdiye kadarki en net örneğini ortaya koydu. (Bazı gazetelerde, Koç’un Kılıçdaroğlu’ndan habersiz “Oslo belgeleri”ni açıkladığı iddia edilmişti.)

CHP’nin ana ekseni
Koç’un son birkaç yıllık çıkışlarına, açıklamalarına baktığımızda, geleneksel milliyetçi/devletçi çizginin en katı ve net temsilcilerinden biri olarak “bir çıkış yaptığını” görebiliyoruz.

Koç’un “Parti Sözcüsü” olduğunu duyduğumda, tanıdığım CHP’lilere, “Haluk Koç, nasıl ‘yeni CHP’nin sözcüsü oldu?” diye sormuştum. “Değişti” dediler. Değişmediği, “Hüseyin Aygün için gereği yapılsın” diyen koronun başına geçtiğinde kesinleşmişti. Onlar anlamak istemiyorlardı.

Haluk Koç’un temsil ettiği “damar”ın parti içinde hâlâ güçlü olduğu açık. Son kurultayda delegeler bu noktada bazı tasfiyeler yapmış olsalar da, Kılıçdaroğlu onlardan tam olarak kopamıyor, parti içindeki “değişime direnen kanat”la olan bağını sürdürüyor.

Rotasız gemi gibi
Bu belirsizlik, CHP’yi, “rotayı tutturamayan gemi görüntüsü” içine hapsediyor.

Son “Oslo belgeleri” açıklaması, CHP yönetimi açısından bir skandaldır. Bir “gaf”la değil geleneksel CHP çizgisinin özüyle karşı karşıyayız. Kılıçdaroğlu “Yeni CHP”den söz edebilmek için ne kadar çaba gösterse de, eski CHP neredeyse bütün kritik dönemeçlerde yüzünü gösterip “ana eksen”i belirleyebiliyor ve kendi “oyun kuralları”nı dayatabiliyor.

Kılıçdaroğlu’nun, “PKK silah bırakacaksa Oslo görüşmeleri yapılabilir” yaklaşımıyla Haluk Koç’un açıklamaları arasındaki zıtlık, bir kriz noktasının da ötesine geçmiş durumda…

Kürt sorunu Türkiye’nin ana derdi. Böyle bir konuda bir oraya bir buraya savrulan bir siyasetle ve “eski oyun kuralları”yla, günümüz toplumunun beklentilerine yaklaşılamaz.

Eğer CHP, geçmiş zaman kipine sıkışmış bir parti olmaktan kurtulmak noktasında ciddiyse, bu ancak, “tutucu kabuk”tan kurtulabilecek bir cesaretle mümkündür.