Dağlıca, Kandil, İmralı, ‘silahların bırakılması’, ‘barışçı çözüm için diyaloğa başlanması’ sözlerini sürekli arkası arkasına sıralayıp duruyoruz. Ancak zurnanın zırt dediği yer hâlâ gündeme gelmiyor, gelemiyor. Çünkü silahlar konuşurken başka şeyleri konuşmak anlamsız hale gelebiliyor.
İbrahim Güçlü, 68 kuşağından, açıksözlü, çoğunluğa karşı çıkmaktan çekinmeyen ve aykırı tavırlarıyla tanınan bir Kürt aydını. Öcalan’a ve PKK’ya en sert eleştirileri söylemekten geri durmayan tavırlarıyla dikkat çeker. Bu tutumu nedeniyle medyanın da kendisine mikrofon uzattığı isimlerden birisidir.
Güçlü, Kürtçenin seçmeli ders olacağı fikrinin Türkiye’nin batısında milliyetçi çevreler tarafından tepkiyle karşılandığını ancak Kürtlerin seçmeli Türkçe dersiyle yetinemeyeceklerini söyledi.
PKK karşıtı, şiddet karşıtı bir Kürt olan İbrahim Güçlü, iş kimlik ve egemenlik meselesine geldiğinde bakın nasıl bir değerlendirmede bulunuyor:
“Kürt milleti, aynı zamanda ezilen ve bağımlı bir millet... Bu bağlamda Kürtlerin, millet olmaktan kaynaklanan haklar sorunu olduğu gibi ‘ülke sorunu’ diye bir sorunları var.
Kürtlerin hakları ve özgürlükleri sorunu, ülke sorunundan soyutlanarak ele alınamaz...
Bu hayati ilkeye bağlı olarak da Kürtlerin genel olarak Ortadoğu’da ve özel olarak Kürdistan’ın kuzeyinde Türk devletinin egemenlik alanının sınırları içinde stratejik ve merkezi sorunu, kendi kendini yönetmesi, egemenlik hakkını kazanması, iktidar olma sorunudur.”
İbrahim Güçlü, açıkça Kürtler kendi kendilerini yönetmek istiyorlar diyor. Kürtçenin de bu nedenle zaten kaçınılmaz olarak Kürtlerin yönetecekleri bölgede resmi dil haline geleceğini vurguluyor. 

Kürtlerin egemenlik talebi
BDP’nin ‘demokratik özerkliği’ de bir anlamda Kürtlerin kendi kendini yönetme isteğini ifade ediyor. Bu beklentiyi Kürtlerin genel bir beklentisi olarak anlamak mümkün.
Bütün sorun, şiddet sarmalını aşmak gibi görünse de asıl sıkıntı ve çözüm bekleyen temel anlayış şudur; Kürtlerin talepleriyle, Türkiye’yi yöneten iradenin ve tabii ki ülkenin batısında yaşayan insanların bu taleplere karşı ne diyeceği, nasıl bir tavır alacağıdır.
Belli ki Kürtlerden yükselen taleplerle Türkiye’nin batısında oluşan algı arasında hâlâ büyük bir uçurum bulunuyor. Asıl ve derinde yatan temel sorun da bu. Gerginliğin arkasında yatan asıl nedenin bu olduğunu giderek daha iyi anlamaya başlayacağız gibime geliyor.
Silahlar sussa bile egemenlik ve kimlik sorunu varlığını devam ettirecek. Tabii ki kanın akmadığı koşullarda ve zamana yayılarak bu konuları konuşmak daha kolay, daha mümkün hale gelecek... 

Silahlar sussun...
Tabii ki hâlâ önümüzdeki acil sorun kanın durması. Bu nedenle şu anda öne çıkan konu, silahların nasıl susturulacağı olacak.
PKK, silahları bırakırken belli ki özellikle Kandil’deki örgüt liderleri açısından da talepler öne sürüyor. Anladığım kadarıyla PKK’lılar yasal alanda siyaset yapmak istiyorlar. Pozisyonları gereği, Öcalan’ın da benimseyeceği bir çözümü savunmak durumundalar. Bir de ‘genel af’.
Başbakan’ın Brezilya gezisinde söyledikleri de bu bağlamda önemli. “Onlar silahlı eylemlere başvurmasa neden operasyon yapalım ki...” diyor.
Aslında giderek iki taraf da sıkışıyor. PKK silahlı eylemlere başvurdukça, BDP dahil birçok Kürt örgütü ve genel olarak Kürtler duruma sempatiyle bakmadıklarını daha yüksek sesle ifade ediyorlar. Eleştirel tavırlar yaygınlaşıyor.
Türkiye ise operasyona başvurduğu, eylemsizlik halindeki militanlara saldırdığı ve PKK’yı eyleme zorladığı iddiasıyla eleştiriliyor. Çözümü bu nedenle zorlaştırdığı belirtiliyor.
Özetle sonuç: Tabii ki öncelik silahların susması. Ancak bilelim ki bu sorunun temelden çözümü için yol epeyce uzun...