Şiir, verili olanı dışlayan kurguladığı gerçekliği imgelerle girift zihinsel süreçlerde yeniden yaratan bir çalışmadır. Böyle bir çalışmanın meşakkatli bir iş olduğunu şairin kendini fazlasıyla hırpaladığını, beyniyle ruhuyla yaratım sürecinde iliklerine kadar çaba sarf ettiğini bilmek gerekir.

Böyle bir sürecin yaratım aşamasında şairin psikolojik durumu, kimyası altüst olur. Zeynep UZUNBAY, yeni yazdığı “Yokuş Aşağı Portakallar” romanının tanıtımında kendisine yöneltilen şiirle ilgili bir soruya : “Şiir yazma süreci geçmişte beni fazlasıyla hırpaladı, bir daha bu durumları göze alamıyorum” diye yanıt vermişti. Buradaki vurgu iyi şiire giden yolda zahmetli bir yolculuğu göze almak gerektiği üzerinedir. Şiir, şairlik öyle bir kitapla kazanılacak bir vasıf değil. Şairin yaşam pratiğinden emekle yoğurulan imgeler gücü oranında şairliği terazide tartar. Bu yoğun zihinsel ve deneysel çalışmanın ürünleri alımlayıcıda karşılığını bulursa ancak şiir haline gelir.

Peki, şiir yazmak bu kadar zor ve yıpratıcıysa bu şair ve şiir kitabı bolluğu niye?

Kitap fuarlarının olmazsa olmazı olan imza günleri ve salon etkinliklerinde şairlerin her kulvarda boy gösterdiğini görüyoruz. Medyatik üç beş şairin dışında imza stantların önünün boş olduğu, şair sayısının okuyucusunu aştığı ortadayken bu şair ve şiir enflasyonu niye?

Özkan MERT, 27 Nisan’da twitter hesabında yaptığı paylaşımda İzmir Kitap Fuarında yaşananlar için şöyle bir saptamada bulunmuş:

"İzmir Kitap fuarı yüzlerce kişiye dokuz günlüğüne kendisinin şair olduğunu sanma şansı verdi. Bir ruh hastalığı. Klinik bir vakıâ! Yaşam yalanı."

Özkan Mert’in dediği gibi onlarca kişi artık bir sektör haline gelen masrafı bölüşme mantığına dayalı parayla şiir kitabı basıp pazarlayan Butik yayınevlerinin stantlarında boy gösteriyor. Boş zamanı kalırsa da kitabını basan yayınevinin mihmandarlığında tanıtım ve biat çalışmalarına katılarak emsalleri arasında sıyrılmanın çabası içinde oluyor. Ciddi bir havada karşısındakinin şeklini almaya hazır bir dalkavuklukla şişkin egoları tatmin etmenin, beceri sayıldığı ortamlarda şiiri olmayan parlatılıp şair katına yükseltilince aynı döngünün bir dişlisi olarak şiirin muktedirlerinin değirmenine su taşıyor. Bu yolda emekli maaşları, birkaç aylık memur maaşları dişten tırnaktan arttırılan birkaç milyoncuk “her şey sanat için “şiarıyla yayınevlerinin hanesine geçiriliyor.

Parayla şiiri basılanlar arasında elbette şiir adına vasatı aşan şairler var. Buradan toptancı bir yaklaşımla herkesi zan altında bırakmak istemem. Asıl üzerinde durmak istediğim bu durumun son yıllarda oldukça artmasıdır. Şair adaylarından istenen paralar az buz değildir. Pazarlık yayınevinin insafına kalmış adeta bir mal pazarlığına dönüşmektedir ne yazık ki.

Yukarıda vasatı aşan şairler olarak nitelendirebileceklerimizin çoğu da işleyişin içinde şiirden çok kendini ön plana çıkararak piyasa adına kendilerini heba ediyor. Bu şairler elbirliği ile biat etmenin varoluşsal bir duruş olduğuna kısa bir zaman sonra zihnen alışıyor. Her ortamda boy gösterebilmek için kişisel olarak şiirinin önüne geçen yaklaşımla Özkan MERT’in bahsettiği sanal şairlik gerçekleşmiş oluyor. Ortalama şair bile diyemeyeceğimiz şairler ordusu sahne aldığı sanat ortamlarında en yanılmaz terazi ellerinde ahkâm kesiyor.

Daha sonraki işleyişte basılı kitaba ödül verecek bir şiir yarışması ve jüri bulmak da yayınevinin üstlendiği destek görevleri arasında. Ülkenin en ücra köyünden en büyük şehrine, bilinmeyen isimlerinden edebiyat dünyamızın en ağır abilerine kadar adına yarışma düzenlenmemiş edebiyatçımız yok gibi. Herkesin, ölü şairlerin mirası üzerinden mevzi edindiği yarışmalardaki işleyiş de ilginç. Zaman zaman şiir oligarşisinin en ağır küfürlerle birbirlerine giydirdiği yarışmalar, adına yarışma düzenlenen şairlerin kemiklerini sızlatmakta. Taylan KARA bir çalışmasında şiir yarışmalarının jürilerinin oluşumuna ilişkin istatistiki verileri şöyle paylaşmakta:

2013 yılında verilen 23 edebiyat ödülünde üçten fazla jüri üyeliği yapmış isimler şunlardır:

Doğan Hızlan: 16 kez, Hilmi Yavuz: 5 kez, Cevat Çapan: 4 kez, Egemen Berköz: 4 kez, Metin Celâl: 4 kez, Refik Durbaş: 4 kez .” (1)

Görüldüğü gibi şiir yarışmaları da parsellenmiş durumda. Kitabı parayla basılan ve şair egosu beslenen şairlerin pazarlanmasının en önemli ayağı şiir yarışmalarıdır. Şiirde, yerleşik diktatörlüğün tabandan tavana örgütlenen cemaat ilişkilerine, yayımlanmakta olan dergiler ve kitap ekleri de eklendiğinde etki alanlarının genişliğine şaşmamak gerekir. Kitapların üzerine kalın puntolarla yazılan ödül logosuyla kitap eklerinde, dergilerde övücü yazılar da döşendi mi işlem tamamlanmış olur, şair fenafillah katına ulaşır.

Sonuç olarak, yayınevi, kitap fuarları, dergiler ve kitap ekleri, şiir yarışmaları üzerinden cilalanarak parlatılmaya çalışılan şairler ordusunun şiirinin yaşamda karşılığı yoktur. Parayla kitap basıp imza günlerinde boş gözlerle boşluğa bakanlar her ne kadar kendilerini şairlik mertebesine çıkarsalar da zamanla ortalama birikimle aynılaşan şiirin sürdürücüsü olurlar. Ortalama şiirin basıldığı şiir kitapları da yayınevlerine ancak para kazandırır. Yayınca ticari zekâya sahipse bu parayı kültür merkezi kurarak “yaratıcı atölye” çalışmalarıyla bir kez daha dolaşıma sokar.

Şiir, verili olan dili ret ettiği gibi iktidarı da ret eder.

Şiir, yaşamın imbiğinden süzülen imgelerin tortusudur.

Şiir şairinin önündedir, şair ortada dolaşarak şiirini perdelememelidir.

________________________

(1) http://devrimciproletarya.net/edebiyat-iktidarinin-bakanlar-kurulu/