Dün sıcağın altında yürümeyi göze alarak Ayvalık çarşısındaydım. Alışverişimizi tamamlayıp bir an evvel eve kapağı atmayı düşünüyordum.

Banka önlerinde bekleyen çoğu yaşlı olan insanların kalabalığını görünce ülkenin hali yüzüme tokat gibi vurdu bir kere daha.

Hafta içi ve sonu akşamlarında restoranları dolduran kalabalığın yaşadığı dünya ile bu manzaranın içindeki insanların görüntülerinin yan yana olması ne anlama geliyordu, sordum kendi kendime.

Bankadan alınacak bir promosyon için 36 derece sıcakta güneş altında saatlerce beklemeyi göze olan yaşları altmışın üstünde olan kadın, erkek insan selinin çaresizliği, kaldırımlarda koşturan umursamaz tatilcilerin telaşı, kapısında müşteri bekleyen esnafın umutlu bakışları, müşterisine kestiği döneri hazırlayan kadının sakin tavırları, yolun ortasına yayılmış uyuklayan bir köpeğin umursamazlığı, dalış seferine hazırlanan tekneden duyulan gürültülü bir müzik, yollarda uzayıp giden araba kuyrukları; hepsi bu manzaranın içinde dizilmiş duruyorlardı.

İşimi bitirip, hatta yapmam gereken bir kaç ziyareti de aksatarak aralarından usulca kayıp geçtim, durağa yanaşan ilk dolmuşa binip eve geldim.

Bu sabah da aynı dünyaya uyandım. Kahvaltımı yaparken dinlediğim haber kanalında konu etiketinde "RevaGörülen" başlığı seçilmiş.

Konuk konuşmacı DİSK başkanı Arzu Çerkezoğlu'ydu bu gün. Çarpıcı ifadelerle yaşanan sorunların demokrasi ile çözüleceğini, emekçi sınıfın ve yan yana olacakları tüm çalışanların örgütlü mücadelesi olmadan bu düzenin yıkılmayacağını söyledi.

Diskar araştırma kuruluşunun yaptığı çalışmadan örnekler verdi, mili gelirden emeğin aldığı payın son iki yılda, yüzde 31'e gerilediğini hatırlattı. Korkut Boratav'a gönderme yaparak Türkiye'de son yılların en acımasız gelir adaletsizliğinin yaşandığını sözlerine ekledi.

Dün bankadan para çekme kuyruğunda bekleyen arkamdaki yaşı bana yakın biri, promosyon kuyruğunu işaret edip şu değerlendirmeyi yapmış, "Beyim, kabahatin büyüğü bizim milletimizde" deyivermişti...

Nazımın şiiri geldi aklıma:

Akrep gibisin kardeşim,

korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.

Serçe gibisin kardeşim,

serçenin telaşı içindesin.

Midye gibisin kardeşim,

midye gibi kapalı, rahat.

Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.

Bir değil,

beş değil,

yüz milyonlarlasın maalesef.

Koyun gibisin kardeşim,

gocuklu celep kaldırınca sopasını

sürüye katılıverirsin hemen

ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.

Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,

hani şu derya içre olup

deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.

Ve bu dünyada, bu zulüm

senin sayende.

Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer

ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak

kabahat senin,

— demeğe de dilim varmıyor ama —

kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!