Ekonomiden dış politikaya her konuda çok büyük sorunlar yaşayan iktidar, sorunları çözme yeteneğinden yoksun olduğu için çareyi baskıyı artırmakta buluyor. Tükenmişlik öyle bir boyuta ulaşmış durumda ki, 8-10 yaşındaki çocuğun eline mikrofon verilerek siyasi muarızlarına hakaret ettirmekten gocunulmuyor. Sezen Aksu'nun bir şarkısından dolayı dilinin kopartılmasından söz edilebiliyor. İktidar temsilcilerinin her Salı günkü grup konuşmalarında siyasi literatüre geçecek yeni hakaret sözcükleri kazandırdıklarını söylememiz abartı sayılmaz.

Bilindiği gibi Erdoğan'ın daha önce muhalefet partilerinin sokağa çıktıkları takdirde 15 Temmuz'daki gibi süpüreceklerini söylemesi, muhalefetin yönetimindeki belediyelere dönük başlatılan incelemeleri, bazı belediye yetkilerinin tırpanlanması, iktidarın baskıyı sadece söyleyerek değil, aksine pratik yaşamada da uyguladığını gösteriyor.

Gerek Sedef Kabaş ve gerekse Sezen Aksu örneklerinde kimi siyasi yorumcuların dediği gibi iktidarın gündem değiştirdiğini belirtmenin doğru olmadığını düşünmek daha akıllı ve doğru bir analiz diye düşünüyorum. Zira iktidar, 2019 yerel seçimlerde aldığı şok yenilginin sonucunda siyasi stratejisinde niteliksel bir değişiklik yaptı. Artık kitlelerden yeni destek beklemek yerine devletin gücünü ortaya koyarak güç argümanı stratejini uygulamaktan geri durmuyor. Böylece kendi karşısındaki direnme noktalarını eylemsizliğe itmek, adımlarını ciddi bir tepki almadan fütursuzca atabilmek iktidarın yeni baskı politikası ve asıl gündemi olmuş durumda.

Devletin iyi yönetilmediği en sıradan insanın bilgisi dahilinde bir hakikat. Rejimin İslami esaslara göre planlanmak istendiği, bu yoldaki adımların son zamanlarda daha da sıklaştırıldığı aşikar. Oysa laiklik, laik yaşam biçimi en fazla kadınlar ve çalışan emekçiler olmak üzere tüm insanlık için yaşamsal manada çok önemli bir olgu. Anaokullarında İslami kuralların öğretilmesinin zorunluluğu gibi bir yaklaşımı, küçücük beyinlerin din gibi ruhani tasarımı algılamasını beklemek akla ve bilime aykırıdır. Buna karşı bilimi ve aklı esas alan çağdaş, seküler yaşam anlayışını savunmak demokrasi mücadelesinin en vazgeçilmezidir.

Sadece son günlerdeki gelişmeleri örneklemek gerekirse; Sezen Aksu, Sedef Kabaş örneğinin dışında, iktidarın iş çevrelerine tehditlerde bulunması, sokağa çıkan herkese sopa sallaması, Kürtlerin yoğun yaşadığı şehirlerde askeri araçların çarparak yılda en az bir iki çocuğu katletmesi, Kürtçe türkü söyleyen Kürt inşaat işçilerine linç girişimlerin yapılması, ''AHİM'in kararları bizi bağlamaz, onlar istediği kararı versinler, biz bizim mahkemelerin kararına uyarız'' gibi hukuk dışı söylemler...

Bütün bunların hepsi bir güç birikimi üzerine kurulu iktidarı sürdürme stratejisi olduğunu ortaya koyan gelişmeler. Sokağa çıkıp ''açız'' diyen emekli, ''işsizim, perişanım, bu ülkede gelecek görmüyorum, ilk fırsatta yurt dışına gitmek istiyorum'' diyen üniversiteli genç, işsizliğin, yoksulluğun pençesinde çaresiz kalan milyonlar kendilerine umut ışığı aramaktalar. Kitlelerin sorunlarına çözüm üretemeyen iktidar, iktidarını sürdürebilmek için baskıyı artırmaktan başka bir seçeneğinin olmadığını her gün yaşayarak görüyoruz. Kısacası iktidar, kimsenin mücadele alanında olmadığı bir yerde kendini kavganın galibi ilan etme konforunu kullanmaya devam ediyor.

Bütün bunlara karşı yapılması gerekenler açık. Demokratik bir hukuk devleti iddiasının sürdürebilmek için, iktidarın baskısından muzdarip kitlelerin en geniş birliğini temel alan eşdeğer yurttaşlık temelinde kitlesel demokrasi ve özgürlük mücadelesini yükseltmek tüm muhaliflerin ana gündemi olmalıdır.