Bu yıl, Ramazan süresince Alevilere yönelik büyük medyada (veya egemen basında) hayli haber çıktı. Bu haberleri iki kategoride toparlamak mümkün. Alevileri genelde negatif bir imaj üzerinden yansıtan birinci kategorideki haberler; 15 Ağustos’ta ayaklanacak olan, yabancı devletlerin (özellikle İran’ın) işbirlikçisi, Suriye’de Esad’ı destekleyen, dolayısıyla demokrasi karşıtı bir tablo çizmekteydiler. Böylece bu haberlerin muhatabı olan Alevi kanaat önderleri ve örgütleri kriminalize edilerek, itibarsızlaştırılmaktaydı.

İkinci kategorideki haberler ise; Alevilerin -kimisine devlet erkanından katılımların da olduğu- Sünnilere yönelik iftar programları düzenledikleri şeklindeydi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de İstanbul’da katılım sağladığı iftar organizasyonunun öncülüğünü iki işadamı yaptı. Büyük medyada hayli yer alan bu iftarın dışında, yaygın bir şekilde birçok şehirde bu organizasyonlar lokal olarak hayata geçirildi. Bu organizasyonlar içerisinde en dikkat çekeni Kırıkkale’de gerçekleşti. İlk kez bir cemevinde (Hasandede Cemevi) ramazan iftarı verildi ve bu iftar TRT ekranlarından canlı olarak yayınlandı. Bu haberlerin ana ekseni; Alevi-Sünni vatandaşlar olarak birlikte iftar açıldığı, iki inanç grubu arasında herhangi bir ayrılık, çelişki ve sorun olmadığı yönündeydi. Hatta katılımcılarla yapılan röportajlarda “milli birlik, beraberlik” vurgusu öne çıkmaktaydı.

Alevi ve Sünni inancına sahip vatandaşların bir araya gelmesi, ortaklaşması aradaki önyargıların aşılması anlamında elbette ki elzemdir. Özellikle çoğunluğu oluşturan Sünnilerin, Alevilere yönelik önyargılarının aşılması ciddi bir sorun olarak ortada durmaktadır. Peki, bu iftar organizasyonlarının Alevi-Sünni yakınlaşmasına hizmet ettiğini gönül rahatlığıyla söylemek mümkün mü; maalesef hayır.

Hükümete yakın, yandaş bazı kişi ve kuruluşlar tarafından düzenlenen bu iftarlar, daha en baştan menfaat üzerine kurulduğu için samimi değildir. Bu organizasyonlarda Alevilerin hak ve hukukunu dile getirmekten ziyade “Allah devletimize zeval vermesin” anlayışı hakim olduğu için samimi değildir. Tutmadıkları bir orucun iftarını veren Alevilerin, Aleviliği Sünni İslamla benzeştirmeye, kendini ondan farkı olmayan bir inanç olarak göstermeye gayret etmeleri, Alevi temsiliyetiyle çeliştiği için sorunludur. Buradan hareketle yapılmak istenenin adını koyarsak, Alevileri asimile etmekten başka bir amaç söz konusu değildir.

Gezi olayları devam ederken, Başbakan, Alevi açılımı için talimat verdiğini açıkladı. Ardından gelen Ramazan ayı boyunca ise yukarıda ifade ettiğim iki farklı kategorideki haberler, özellikle hükümete ve cemaate yakın medya kuruluşlarında işlendi. Bu haberlerle, bir yandan Aleviler kriminalize edilip, itibarsızlaştırılmaya çalışılırken diğer yandan asimile edilip kendine benzeştirilmesi için hayli bir kol faaliyeti yürütüldü.

RASİM OZAN ALEVİLERİ ‘AYAKLANDIRAMADI’

Sabah Gazetesi’nde Rasim Ozan Kütahyalı istihbarat kaynaklarına dayanarak Alevilerin kışkırtıldığını ve 15 Ağustos tarihinde ayaklanacağını yazmıştı. Alevi toplumunun içinde olan ve Alevi örgütlerini yakından tanıyan herkes bilir ki, Alevilerin hiç de böyle bir gündemi yoktur. Nitekim Hacı Bektaş Veli Etkinliklerinin başladığı bugün de (15 Ağustos), Aleviler kendi inançlarının Serçeşmesi olarak kabul ettikleri Hacı Bektaş Veli’yi anmak, niyaz olmak için dört bir yandan Nevşehir’e aktılar ve büyük bir sükunet içerisinde her yıl ki gibi inanç ve ibadetlerinin gereğini yerine getiriyorlar.

SÜNNİLERİ KIŞKIRTMADIKLARINI SÖYLEMEK ZOR

Belki, bu asılsız haberleri ortaya atan devletin istihbarat mensupları ve bunları haber yapan basın kuruluşları Alevileri ayaklandırmayı başaramadılar ama Sünnileri kışkırtmadıklarını söylemek zor. Zaten önemli oranda milliyetçi, muhafazakar ve mütedeyyin bir kitleye hitap eden bu basın kuruluşları, yaptıkları haberlerle, bu kitleyi Alevilere karşı kışkırtmaktan başka bir işlev görmüyor, kökeni hayli derinlerde olan önyargıları besleyip, perçinlemekten başka bir rol oynamıyorlar. Kürt hareketine dönük yıllarca “terörist” söylemi üzerinden kitle nezdinde meşruiyet devşiren bu egemen devletçi anlayış, bugün sorunlarının çözülmesini isteyen Alevileri ve Demokratik Alevi Hareketi’ni de benzer yöntemlerle itibarsızlaştırmaya, bir tehdit olarak yansıtıp etkisizleştirmeye çalışıyor. Asıl derdi Sünnileri kışkırtmak olan bu “haberler” ile Aleviler, Kürtler, Solcular ve bir bütün olarak muhalifler, bu kitle nezdinde kötülenmekte, hep dış güçlerin oyuncağı, devlet, toplum ve din düşmanı, karışıklık yaratmak isteyen, ahlaksız, parayla satın alınan kişiler olarak yansıtılmaktadır.

Sadece son bir haftada Alevilere dönük ayırımcı ve saldırgan uygulamalara baktığımızda, Türkiye’de toplumsal hayatın hiç de bu “basın” müsvettelerinde yansıtıldığına benzemediği görülebilir. 11 Ağustos’ta basında yer alan bir habere göre; Ankara’nın Mamak İlçesinde hakkında soruşturma yürütülen bir okul müdür yardımcısı, kendisinden şikayetçi olan öğretmen ve soruşturmayı yürüten müfettişin Alevi olmasını gerekçe göstererek şikayette bulunuyor. Bu şikayeti dikkate alan Milli Eğitim Bakanlığı, soruşturmayı yürüten müfettişin Alevi olup olmadığını sorgulayabiliyor. 14 Ağustos tarihli başka bir haberde ise; Malatya’nın Darande İlçesinde bir restorana giden Alevi karı-kocaya, restoran sahibi kolundaki zülfikar dövmesinde dolayı, servis yapmayacağını, mekanında yer vermeyeceğini söylüyor. Şikayet üzerine olay yerine gelen jandarmanın da restoran sahibini haklı bulduğu ve hiçbir işlem yapmadığı aynı haberde var.

Hükümetin ve hükümete yakın milliyetçi-muhafazakar-mütedeyyin basının Alevilere yönelik söylem ve uygulamaları çelişkilerle dolu. Bir yandan Alevilerin haklarını tanıyan bir açılım hazırlandığı yayılırken, diğer yandan kanaat ve inanç önderleri komşu devletlerin kötü emellerinin uzantısı, ayaklanma halinde bir toplum gibi yansıtılıyor. Alevileri genellikle kötü resmeden bu haber ve söylemlerin, diğer inanç gruplarına mensup insanlar nezdinde olumsuz bir imaj doğuracağı muhakkak. Çoğunluğu elinde bulunduran Sünni Müslümanların, tarihsel önyargıları da dikkate aldığımızda; bu haberlerin kışkırtıcı bir rol oynadığını söylemek yanlış olmaz. Dayanağı olmayan bu kışkırtıcı haberlerin, Alevi katliamlarının hayat bulduğu bir siyasal yönetim tarzının araçları olduğunu biliyoruz.