Cami ve Cemevi’nin aynı yapı içerisinde birlikte yer aldığı bir projeye, ilkesel olarak karşı çıkmak mümkün değildir.

Bu projeye dair ilk açıklamayı, Nisan ayının son günlerinde, akil adam sıfatıyla katıldığı bir televizyon programında İzzettin Doğan yapmıştı. O zaman çok da yankı bulmayan bu proje, cumartesi günü yapılan ikinci açıklamayla birlikte hayli ses getirdi.

Açıklamada; 8 Eylül tarihinde Ankara’da projenin temel atma töreninin gerçekleştirileceği belirtiliyordu. Hükümet ve cemaate yakın basın kuruluşları bu habere oldukça geniş yer verdiler ve kamuoyu oluşturmaya dönük hayli bir tartışması yapıldı.

Bu haberlere ve projeye Alevi toplumundan, Demokratik Alevi Hareketi bileşenlerinden ve aydınlardan oldukça sert tepkiler geldi. Projeyi eleştiren bu kesimler; yapılmak istenenin Alevileri asimile etmek, Sünnileştirmek olduğunda birleşiyorlardı.

Alevi toplumunun ve hareketinin neredeyse ana gövdesini oluşturan bu kesimlerin gösterdikleri tepki ve eleştirilerin nedenlerine bakacak olursak, karşımıza çıkan tablo şudur:

Eleştirilerin bu projeden önce, projeye ön-ayak olan kişilere yöneldiği görülmekte. Gerek Fethullah Gülen gerekse İzzettin Doğan’ın şahsına yönelik güvensizlik telakki eden tepki ve eleştiriler adeta tartışmayı domine etmekte. Öyle ki, her iki kişinin de geçmişleri, devletle-iktidar odaklarıyla kurdukları ilişkiler, Demokratik Alevi Hareketine karşı duruşları ve Alevi inancına yönelik hesaplarıyla yoğun eleştiriye tabi tutulmakta ve kişisel tarihleri yazılmaktadır. Yazılan kişisel tarihlerin, Alevilerle alakalı kısımlarının hiç de hayırlı ve iç açıcı olmadığı tahmin edilebilir.

Sünni İslami bir akım olan Fethullah Gülen cemaatinin, Alevi toplumunun geniş bir kesimi tarafından bir tehdit, gerici bir hareket olarak algılandığına şüphe yok. Belki de, bu projenin fikir babası olan Fethullah Gülen, böylesi girişimlerle kendisine ve cemaate yönelik negatif algıyı kırmayı amaçlıyordur. Yer yer bu girişimin Başbakan Erdoğan’ın Alevileri aşağılayan çıkışlarına karşı cemaatin rol kapmaya dönük bir hamlesi olduğu yorumları da yapılmıyor değil.

Bu yorumların kaynağında hükümetle cemaat arasında, artık ayyuka çıkmış olan gerilim, çekişme ve iktidar kavgasının yattığı malum. Fakat Alevilere dönük yaklaşımlarında bu iki gücün çok da farklı düşünmedikleri ve benzer strateji ve politikalara sahip oldukları kanaatindeyim. Başbakanın zaman zaman yaptığı “sivri” çıkışları bir yana bırakırsak, hükümetin ikinci Alevi açılımı adıyla medya vasıtasıyla yarattığı “pozitif” hava ile cemaatin bu proje ile yaratmak istediği “barış iklimi” hayli birbirini tamamlayan hamleler olarak okunmalıdır.

Fethullah Gülen bu proje ile gerçekten bir “barış iklimi” yaratmak mı istiyor, yoksa Alevi Hareketi’nin dile getirdiği gibi asimilasyonist bir amacı mı var?

Başta belirttiğim gibi; cami ve cemevi’nin birlikte aynı proje içerisinde yer almasına ilkesel olarak karşı çıkmak mümkün değildir. Çünkü ilkesel açıdan; Alevilik gibi felsefesinin merkezine iktidarı, egemenliği değil, insanı koyan bir inancın, diyaloğa, karşılıklı birbirini tanımaya, hoşgörüye karşı durması düşünülemez. Türkiye’de farklı inanç gruplarının mabetlerinin aynı kompleks içerisinde bulunduğu benzeri sembolik örnekler var. Belki Mamak’ta yapılacak olan kompleksin de benzeri sembolik bir anlamı olacaktır. Nasıl kurgulanıp hayata geçirileceğini, nasıl bir uygulamanın söz konusu olacağını bilmediğimiz için daha fazla yorum yapmak doğru değil.

Fakat, eğer bu proje ile Alevi ve Sünni toplumları arasında mevcut önyargıların kırılması ve bir yakınlaşma hedefleniyorsa, böylesi sembolik adımların yaraya merhem olmayacağı ortadadır. Bu noktada Alevi Hareketi’nin gösterdiği tepki, asimilasyona yönelik kaygılar haklılık taşımaktadır. Çünkü ortada, hukuki açıdan eşit koşullara sahip iki inanç grubu yok. Yakınlaşma isteniyorsa, öncelikle hukuki alandaki eşitsizliğe son verilmeli; en temel insan hakları kapsamındaki ifade ve inanç özgürlüğü çerçevesinde, herhangi bir dayatma, yönlendirme olmaksızın Aleviler istedikleri gibi kendini ifade etmeli ve inançlarının gereklerini yerine getirmelidirler.

Unutulmamalı ki; Alevilik resmen devlet tarafından tanınmadığı gibi, cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi konusunda yükseltilen talep hala karşılığını bulmuş değil. 1980’den beri Alevi köylerine yapılan camiler faaliyetlerine devam ediyor. Alevilerin üzerinde mutabakata vardıkları en önemli taleplerinden biri olan “zorunlu din dersleri”nin kaldırılması bir yana, eklenen derslerle birlikte getirilen yeni uygulamalarla bütün okulların fiilen imam hatibe dönüştürülmesi söz konusu.

Bütün bu uygulamalar, Alevilerin her geçen gün üzerlerinde daha ağır bir baskıyı hissetmelerine neden olmaktadır. Bunun hükümete ve temsil ettiği ideolojiye karşı bir tepkiye dönüşmesi kadar doğal bir şey olamaz. Gezi Parkı’nda patlayan bu tepkiyi dindirmek için hükümet ‘açılım yapacağız’ söylemini devreye soktu. Böylece kendisine karşı sert bir muhalefet içerisinde olan Demokratik Alevi Hareketi’nin gardını düşürmek, savunmasız bırakıp, yıllardır bir kol faaliyeti gibi çalışan ve devlet adına hazırlanmış olan uzantıları vasıtasıyla Alevi toplumunu etkilemek istemektedir.

Peki, Sünni cenahın yaklaşımı ne?

Sünni İslam anlayışı; egemen, yayılmacı ve iktidarla bütünleşik bir tahakküm ilişkisi üzerinden kendisini konumlandırmaktadır. Bu noktada Alevilere ve Alevi inancına dönük yüzü, maalesef baskıcı ve zaman zaman şiddete dönüşen bir karaktere sahiptir. Bunun yüzyıllara dayanan bir tarihinin ve ideolojik kaynaklarının olduğu da, en basitinden “katli vaciptir” fetvalarıyla bilinmektedir. Hal böyle olunca, bu baskıcı ve egemen tarihin özeleştirisi yapılmadan, sembolik bir projeyle toplumun bu iki farklı inanç grubunun aralarındaki duvarların yıkılması mümkün değildir.

Tam bu noktada, İslami camianın okur-yazar kesimlerinin bu tartışmaya yaklaşımlarına bakmak gerektiği düşüncesindeyim. Ağırlıklı olarak Alevilerin eleştirileri basında yer alırken, İslami basının kalemlerinin büyük bir suskunluk içerisinde oldukları gözlenmektedir. Son günlerde yer alan ender bazı yazılarda ise; aleyhte bir tutum takınılarak, ”Alevilik ayrı bir din mi”, “Müslümansa onlar da camiye gelsin”, “cemevine ibadethane statüsü vermek İslam’da reform demektir ki, bu tahammül sınırlarının aşılmasıdır” gibi sesler yükselmeye başladı.