Upside Down filmi birbirine paralel, aynı güneş sistemi içerisinde bulunan iki gezegeni konu ederek başlıyor. Üst gezegen refah ve zenginlik içerisinde yaşayanların dünyası, alt gezegen ise fakir ve sömürülenlere ait olan bir dünya. Üst gezegende evler ve sokaklar düzenliyken, alt gezegende sokaklar kirli ve evler derme çatma. Üst gezegende bulunan çeşitli firmalar, alt gezegende bulunan petrol yataklarını emerek besleniyor ve bu gezegene hükmederek zenginleşiyorlar.

Günümüz dünyasından esinlenmişe benzeyen bu filmde, bir aşk hikayesi anlatılıyor. Film Adam’ın üst gezegende bulunan aşık olduğu kızı Eden’i bulmaya çalışmasıyla derinleşiyor.  Fakat iki gezegen arasında çekim farkı olmakla birlikte alt gezegenden üst gezegene geçiş yasak. Bu durum refah seviyesi yüksek olan ülkelerin, refah seviyesi düşük olan ülkelere karşı izlediği politikalara benziyor. Afrika’dan Avrupa’ya, Uzak Doğu’dan ve Latin Amerika’dan Kuzey Amerika’ya kaçışları andırıyor.

Üst gezegende bulunan Eden güzel bir evde yaşarken ve büyük bir yatakta uyurken, alt gezegende bulunan Adam küçük bir yatakta uyuyup, eski bir evde yaşıyor. Aslında film bizlere bulunduğumuz toplumda alt sınıf ve üst sınıf ilişkisini farklı bir boyutta anlatıyor.

Filmde ekonomik ve sosyolojik özellikler yansıtılmasına rağmen, asıl üzerinde durulan konu ikili arasında geçen aşk hikayesi. Sahip olduğumuz duygular sadece sınıflar arası ayrılığın önüne değil, aynı zamanda iki gezegenin çekim gücünün ötesine ulaşıyor.

Son günlerde izlediğim bir diğer film, Taken 2 filmi. Bu filmi İstanbul’da geçtiği için merak ettim. Ancak İstanbul’un özelliklerinin gerektiği şekilde yansıtılamadığı veya yanlış yansıtıldığı ortada. Film İstanbul’u sadece bir arap şehri gibi yansıtmıyor, aynı zamanda bir müslüman düşmanlığı da aşılıyor.

Arnavutluktan gelen müslüman bir çete intikam almak istiyor, ancak karşılarında bir Amerikalı var. Çetenin bulunduğu yerde film boyu aynı şarkı çalıyor. Bu şarkıyı değiştirmek akıllarına gelmedi mi, diye merak ediyorum. Nedendir bilmem, Amerikan Konsolosluğu olarak kullanılan İstanbul Üniversitesi çok ilgimi çekti. Her neyse bu kahraman Amerikalı (Liam Neeson), Polat Alemdara veya eskiden olsa Cüneyt Arkın’a benzer klişe bir şekilde çeteyi yenilgiye uğratıyor. İstediğimi bulamadığım bu filmde, umarım İstanbul’un sosyolojik yapısını daha iyi ortaya çıkarabilen filmler çekilir.