10.06.2020 günü, saat: 10.30 sularında evden çıkarak İstanbul Bahçelievler Abidin Pak Öğretmenevine gittim. Çok az insan vardı.

Coronavirüs bulaşışı nedeniyle 83 gün sokağa çıkma yasağının ardından günde 10 saat dışarı çıkma özgürlüğünün ilk günüydü.

Ağaçların gölgesine oturdum. Kitap okudum. Beni hep okuyan, bilgisayarda sabahtan akşamlara dek okuyup yazan birisi olarak tanıdıkları için, tavrım görenlere yabancı değildi. Bu durumuma çok anlam veremeyen, belki gülenlerin olduğunu sezinlememek güç değildi.

Bir öğretmenevinde bile, insanların çok azı okuduğu bir gerçek. Televizyonlardan duyup dinledikleriyle birbirlerine söz yetiştirme çabası içindeler.

Elimdeki kitaplarla yürüdüğümü gören bir arkadaşımın, “Bu kitapları yine okuyor musun? Bıkmadın mı?” diye sorduğunu hiç unutamam.

Benden başka hiç kimsenin elinde kitap yoktu. Bir kişinin gazete okuduğunu gördüm.

Okuduğum yapıt “Her Şey Ne Anlama geliyor?” adlı, Thomas Nagel’in yazdığı bir felsefe yapıtı. İnsanı düşünmeye, sorgulamaya yönelten bir yapıt.

Yapıtın başlığı beni alıp bir sürü soruların içine itiverdi. Önce her şey, kendisine ne anlam yüklüyorsak o anlama geliyor diye düşündüm.

83 gün sonra 10 saat özgürlüğe kavuşmanın anlamını sorgulamaya başladım. Bu özgürlüğümüzde ne derece özgürdük?

Özgürlüğün anlamı neydir? Her istediğimizi yapabilmek, istediğimizi yiyip içebilmek, istediğimizle görüşebilmek mi? İstediğimiz bir yapıtı, gazeteyi, dergiyi okuyabilmek mi?

Bunların tümünü içinde bulunduğumuz koşulların, olanakların ölçüsünde yaşaya bilirdik.

Nereye gitmeye, ne yapmaya çalışsak, yaşadığımız gerçeklik, özgürlüğümüzün sınırlı olduğunu göstermekteydi. İstediklerimizi elimizdeki olanaklar ölçüsünde yapabilir konumdaydık.

Tüm insanlar, anne-babalarının, içinde doğup büyüdükleri çevrenin, gittikleri okulların, karşılaştıkları öğretmenlerin, yaşadıkları toplumda geçerli olan gelenek göreneklerin, yasaların, devletlerin, yaşadıkları çağın egemen dünya sisteminin sınırlar içinde yaşamak zorunda kalmaktalar. Bu sınırları zorlayanlar, akıllara durgunluk verecek çileler çekmekle yüz yüze gelmekteler.

Tüm isteklerimiz yerine gelse, Dünya gezegenini ellerimizin altına alsak, Ay’da, yıldızlarda yeni arayışlar içinde olmaz mıydık?

İnsanın yaşama verdiği anlam ölçüsünde bilgilerimiz, isteklerimiz biçimlenmekte. Bana göre her gün yeni bir şeyler öğrenmek, yaşamı, yaşadığım Yerküre’yi anlamak, yaşamıma yeni anlamlar katmak önemli. Bir başkalarına göre karşı cinsten biriyle gezmek, oturmak, iletişimde olmak önemli.

Yaşamı nasıl görmek istiyorsak, yaşam kendisini bize öyle göstermekte. Olaylara, olgulara herkes farklı pencerelerden baktığı için, farklı şeyler görmekte. Yaşam, evren aynı. Bizler onları ayrı anlamlandırdığımız için, ayrı tatlar almaktayız. Yaşamın anlamı, içselleştirdiğimiz değerlerle onu ölçüp biçerek elde ettiğimiz sonuçlar sınırları içinde bize gülmekte ya da gözlerimizden yaşlar akmasını sağlamakta.

İnsana, doğaya, yaşama verdiğimiz anlam, beynimizde yerleşmiş değerlerin verileriyle tartılıp ölçülmekte. Ölçüler yanlış değil. Yanlış sonuçlar elde temekteysek, suç bizi ölme algımızda.

Yeryüzünde hiçbir insan istediği gibi özgür değil. Özgürlüğümüz bizim dışımızda belirlenen ölçülerin sınırları içinde kalmak zorunda. Biz kuşatan koşullar, özgürlüklerimizi de kuşatmakta. İçinde yaşadığımız koşulları değiştirmeden özgürlüklerimizin sınırlarını değiştirmeden olanağımız yok.

Daha iyi bir ülkede, daha güzel bir dünyada yaşamak istiyorsak, buraların özgürlüklerin yaşanabileceği, insan hak ve özgürlüklerinin yaşama geçeceği yerler durumuna gelmelerine çalışmamız gerekmekte.

İnsanlığı değiştirecek, dönüştürecek işeler başarabilmenin yolu önce beyinlerimizi değiştirip dönüştürmekten geçmekte.

İnsanlık kendisini değiştirebilirse özgürleşebilir. Özgür bir dünya ayaklarımıza gelecek değil. Biz onu getirebilirsek daha insanca yaşanan bir dünyaya kavuş olacağız.

İnsanların, tüm insanlığın özgürlüğü, kendileri elde ederlerse yaşanabilir olacaktır. Bunun tersi hiçbir çağda, hiçbir yerde görülmemiş.