Brecht, "Her savaştan geriye üç ordu kalır. Ölüler ordusu, yas tutanlar ordusu, hırsızlar ordusu" demişti. Tüm savaşlar Brecht'in bu sözlerini kanıtladı. Suriye savaşı da daha şimdiden kanıtlıyor.

Tüm devletler, egemenler militarist ve şöven hamlelerini halklara yutturmak için yaptıklarını hümaniter kavramlarla isimlendirirler. 19 Aralık cezaevi operasyonuna "Hayata Dönüş Operasyonu" demişlerdi. Kıbrıs çıkarmasına Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanı sayın Mustafa Akıncı’nın da vurguladığı gibi "Kıbrıs Barış Hareketi" demişlerdi. Şimdi de Suriye’deki savaşa "Barış Pınarı Hareketi" adı veriliyor. Aslında Numan Kurtulmuş bunun bir savaş olduğunu daha ilk günden itiraf etmişti.

Dışişleri Bakanı BM anlaşmasının 51. maddesine sığınmak istiyor. Oysa bu maddeye uyan bir durum yok. Çünkü bugüne kadar Rojava’dan, Kobani’den Türkiye’ye yönelik bir tehdit, saldırı söz konusu olmadı. Daha yakın geçmişte Salih Müslüm Ankara’da devlet töreniyle karşılanıyordu. Nasıl Trump çelişkili açıklamalarıyla kendi seçmenine oynuyorsa, Erdoğan ve ekibi de bu hareketle esas olarak kaybettiği kitle desteğini tekrar kazanmaya oynamaktadır. Hamaset, vatan, millet, Sakarya nutuklarıyla kitlelerin milliyetçi duygularını kabartarak tekrar eski gücüne kavuşmak istemektedir. Bu saptamayı Başbakanlığı döneminde Davutoğlu’nun danışmanlığını yapan Mahcupyan da yapıyor. Bir olasılık Kıbrıs çıkarmasından sonra Ecevit’in yaptığı gibi zafer kazandım diyerek, oylarını artırdığını zannederek erken genel seçime gidecektir. Kuşkusuz hareketin başka nedenleri de var. Rojava’daki özyönetimi de boğmak istiyor. Ayrıca güvenli bölge adı altında Suriye’den bir miktar kendi egemenliğine toprak eklemek de istiyor. Ayrıca ruhen sempati duyduğu Işidlileri de rahatlatmak istiyor. Kuşkusuz coğrafyamızdaki Kürtlere de gözdağı vermek istiyor.

Yıllardır uygulanan bu politikalar iflas etmiş politikalardır. Sayın Mustafa Akıncı’nın da işaret ettiği gibi sorunun çözümü savaşta değil, demokratik barışçıl diyalog ve çözümlerdedir. Çözüm başta Kürt halkı olmak üzere halklarla dostluktan geçmektedir. Bu yanlış politikalar daha şimdiden Türkiye’yi dünyada yapayalnız duruma düşürmüştür.

Gelinen bu noktada ana muhalefet partisi CHP'nin yönetiminin de suçu, sorumluluğu büyüktür. Dokunulmazlıkların kaldırılmasına oy vererek diktanın yollarının örülmesini sağlayan CHP yönetimi, tezkereye oy verme kararı alarak savaş suçuna ortak olmuş ve barış mücadelesine ihanet etmiştir. CHP hep aynı CHP’dir. Kurulduğundan beri militarist ziniyetten, şöven devletçilikten bir türlü kurtulamamıştır. Sayısız yüzlerce örnek tarihte duruyor.

Savaşa savaş demek suç haline getirilerek yasaklanmak isteniyor. Hiçbir dönem böylesi yaşanmamıştı. Hukukun evrensel ilkelerini, barışı savunması gereken Barolar Birliği yönetimi, İstanbul Barosu yönetimi barışı değil savaşı savunan açıklamalar yapıyorlar. CHP gibi savaş politikalarının mütemmim cüzü oluyorlar. Barolar Birliği başkanı daha da ileri giderek kalkan olarak kullanılan sivillerin de öldürülmesinin doğru olduğunu söyleyebiliyor. Hukuk kurumu adına utanç verici bir hal. Kayıpların bulunması için yıllardır mücadele veren Cumartesi Annelerine barışı savundukları için biber gazı sıkılıyor. Antonio Gramsci "Eski dünya bitiyor ve yenisi doğmakta zorlanıyor. Şimdi canavarların zamanıdır" demişti.

SAVAŞA HAYIR DEMEK SUÇ DEĞİLDİR

Antalya ağır ceza mahkemesi Afrin’de yaşananları savaş olarak nitelendirmeyi suç olarak kabul etmedi. Beraat kararı verirken şu saptamayı yaptı: "Söz konusu paylaşımlar demokratik toplumlarda anlayışla karşılanması gereken fikirlerdir. Mahkeme "savaş öldürür, savaşa hayır, barış istiyoruz", "savaş uçakları, Erdoğan rejimi, Türkiye’ye bir şey kazandırmak için değil, Kürtlerin bir şeyi olmasın diye Afrine girmek istiyor", "Afrin, o katil dediği Esadın denetiminde olsaydı yine böyle davranır mıydı? Afrin savaşına hayır" paylaşımında bulunan sanığın "halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçunu işlemediğine karar verdi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da Afrin operasyonuna karşı çıkan 170 civarındaki aydının , milletvekillerine gönderdiği mektubun suç oluşturmadığına karar verdi. AYM Ayşe Çelik kararında da şu hususun altını çizdi; "Akılda tutulması gereken ilk şey Türk hukukunda terör ile bağlantılı her tür düşünce açıklamasının değil, yalnızca terör örgütlerinin cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, önerecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasının yapılmasının suç olarak kabul edilmiş olduğudur. Terör veya terör örgütü ile bağlantılı olsa bile içinde şiddete başvurmayı cesaretlendirici ifadeler yer almayan, terör suçlarının işlenmesi tehlikesine yol açmayan terör örgütünün ideolojisi, toplumsal veya siyasal hedefleri, siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlara ilişkin görüşleri ile paralellik taşıyan düşünce açıklamaları terörizmin propagandası olarak kabul edilemez" dedi.

AYM barış akademisyenleri kararında da bildiride geçen "yıkım, katliam, işkence, sürgün, kasıtlı ve planlı kıyım" sözlerinin suç teşkil etmediğini belirterek şu hususun altını çizdi; "Bildirinin dilinin sert, suçlayıcı, ve kamu otoriteleri açısından rahatsız edici olduğu açıktır. Fakat ifade özgürlüğünün sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız, ya da ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil, incitici, şoke edici yada endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğu yinelenmelidir. İfade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiği kabul edilmelidir" demiştir. Devam ederek şu hususun da altını çizmiştir; "Eleştirel bir düşünce açıklamasında öfke dilinin kullanılmasının muhatabı sarsma amacı da vardır. Nitekim başvurucular uzunca bir süre davam eden şiddet sarmalının sona erdirilmesi için seslerini duyurmaya çalıştıklarını, yetkililerin dikkatini çekmeyi amaçladıklarını, bu nedenle de şoke edici ve rahatsızlık verici ifadeleri tercih ettiklerini belirtmişlerdir" vurgusunu yapmıştır.

Daha şimdiden Suriye savaşında cesetler ölüm çukurunu doldurmaya başlamış, yüz bini aşkın insan evini, yerleşim alanını terk zorunda kalmıştır.

Yukardaki alıntı yaptığımız kararlar gayet açıktır. Kimse savaş tamtamlığı yapmasın. Savaş tamtamlığının hiçbir halka faydası yoktur. Bu savaş sadece Kürt halkına değil, Türk halkına da zarar vermektedir. Savaşa hayır. Savaşa derhal son verilsin. Yaşasın onurlu barış.