Bilindiği üzere, 23 Nisan günü ABD’nin çiçeği burnunda yeni başkanı Biden, nihayet Türkiye Cumhurbaşkanı ile telefon görüşmesini yaptı. Her 23/24 Nisanda gözler ABD’ye çevrilir bizde. Malum Ermeni meselesi hakkında ne diyeceği merak edilir. ”Büyük felaket” mi diyecek “soykırım” mı? Merak giderildi korkulan kelime sarf edildi. Hop oturup hop kalkanların "antiemperyalist duyguları” kabardı.

Anti emperyalist derken nedense aklıma bir “anti komünist” hikâyesi geldi aklıma.1980 öncesi Kars solcuların (dolayısıyla komünistlerin),Erzurum ise sağcıların yoğun olduğu şehirler. Erzurum tren garı, otogar gibi yerler “komünistlerin” avlandığı yerler olarak anlatılır. Erzurumlu bir grup yakaladığı Karslıya dayak atacak ama bir neden olmalı, kimi zaman bir dinsel soruya cevap veremeyince kimi zaman da sırf Karslı olduğu için komünisttir peşin hükmüyle dayak yiyecektir illa ki. Bir gün Erzurumlu garda yakaladığı kişiye sorar.-”Nerelisen gardaş”,-”Garslıyam ağabey”.-”Dadaşlar hele celin, bir gominist yahaladım, buni bir güzel dögah” diyor, dövüleceğini anlayan Karslı, ”durun ağabeyler men gomünist değil anti gomünistem” diyor. Erzurumlu, “ula dadaşlar vurun gomünistin bir de antisi cıhmış”,vurun anti goministe.”

Emperyalizm ilk akla ABD’yi getirirken, anti-emperyalizm ise, ulusal kurtuluş savaşları ve yurtsever devrimcilerin emperyalizme, faşizme ve gericiliğe karşı mücadelesi akla gelir.6 Mayıs 1972’de idam edilen Deniz Gezmişler gibi. İkinci Dünya Savaşında Alman faşizmini yıkan Sovyetler Birliğinin büyük “Anavatan Savunması” sonucu 8 Mayıs 1945 zaferi gibi…

Dünyanın tek emperyalist gücü ABD değil kuşkusuz. Ancak dünyaya kan kusturan bu devasa güç, ”demokrasi ve hür dünyanın bekçisi” olma algısını yayar. Vietnam’dan Ortadoğu'ya, dünyanın bir ucundan “arka bahçesi” Latin Amerika’ya kadar bekçiliği hiç akıldan çıksın istemez.

“…Emperyalizm, genellikle, bir şiddet ve gericilik eğilimidir” der, Lenin. Sömürgeci, işgalci ,sömürücü gerçeği bir yana, dünyaya barış getireceğiz diyerek savaşların, yayılmacılığın baş sorumlusu olarak da tanımlanabilir. Somut olarak bu tanıma en çok ABD uyar. Irak'a demokrasi getirecekti.1,5 milyon insanın yaşamının son bulmasının müsebbibi,Suriye’de yüzbinlerce insanın hayatına mal olurken milyonlarcasının mültecileştirilmesinin baş aktörü de ABD’dir.

Türkiye’de Amerika, halk tarafından pek sevilmezken, yöneticiler tarafından “stratejik ortak” olarak görüldüğü ifade edilmiştir.1960’lardan itibaren “ küçük Amerika” hayali hiç bitmedi. Halka rağmen, Amerikancılık hep gözde oldu.

Gelenektir, büyüğün küçüğü dövmesi terbiye etmenin bir unsuru olarak görülür. Zaman zaman darbeleriyle, parmak sallamalarıyla, ambargolarıyla attığı tokatlar egemenler tarafından sineye çekilir. Gerilemekle birlikte bir dünya gücü olarak ABD, en büyük ekonomiye sahip ve askeri gücüyle liderliğini sürdürüyor. Yine diplomatik güç olarak “yumuşak ve sert gücünü” kullanma olanağına sahip tek ülkedir.23 Nisan telefon görüşmesi ve 24 Nisan “soykırım” tanımlaması bir “ayar verme” operasyonu olarak “sert gücünün” ifadesi ise, Haziran'daki Nato Zirvesi “yumuşak gücünün” ifadesidir.

”Büyük felaket” deyince “diplomatik başarı”, ”soykırım ise diplomatik başarısızlık” olarak tartışıldı. Bu sene “soykırım” dedi. İktidar, hemen efelenmekten ziyade, daha temkinli bir duruş sergilerken muhalefet tam bir anti emperyalist kesildi. (HDP hariç. Onun da, soykırım demesi, iktidarın mal bulmuş mağribi misali, Bideni bırakıp HDP’ye baktılar.)

ABD’nin geçmişteki ve bugünkü bütün günahları sayılıp dökülürken, asıl soykırımcı Amerika’dır diyerek ses yükseltildi. Ancak 1915 Ermeni Meselesiyle yüzleşmek akıllara gelmedi. İktidarı ise, yeterince sesinin çıkmaması üzerinden eleştirdi meclisteki muhalefet partileri . Aslında iktidardan beklenen “Eyyy Amerika…” hamasetiydi. İç politika bunu gerektiriyordu. Dışarıda ne olursa olsun içeride “one munite” ve eyyy …falan filan söylemi hep işe yaramıştı. Bu kez Haziran 2021 deki Nato toplantısı randevusu alınması, nedeniyle yeterince gür sesin çıkmadığı görüldü.

Herkes kendi önderlerinin ayak izlerine basarak ilerler. Bugünün yöneticileri ”küçük Amerika” olma heveslerini devam ettirirken zaman zaman daha ileriye taşıyarak “ Yeni Osmanlı" düşleri görmek efelenmeyi icap ederdi ancak bu kez de emperyalizmin “sert gücü” gerçeğine tosladılar milyarlarca dolara satın alınan “S 400’ler” sorun olur.

6 Mayıs 1972’de idam edilen Denizler;6. Filonun askerlerini Dolmabahçe’de denize dökerken onlara sopa atanlar ne yazık ki bugünün muktediri oldular. Denizler emperyalizm ve faşizme karşı büyük zafer 8 Mayıs’ı yaratanların ayak izlerine basarken anti emperyalizmin bayrağını gönderde tutmaya devam ediyorlar. Denizlerin idamının müsebbipleri ve yandaşları bugün ABD’nin “sert gücü” karşısında “Eyy Amerikaaa” diyemedikleri için Washington portakalları bıçaklayamıyor ise haziranda yapılacak “Nato Zirvesinin”npayı akla gelmelidir. Yoksa dün Trump’tan ötürü turp ısıranlar, doların yükselişi karşısında sokaklarda sahte veya fotokopi dolarlarla burun silerek Amerika'yı protesto edenler Biden’ı yazılış ve söyleyiş benzerliğinden “bidon”a benzeterek plastik bidonların içine pislerlerse şaşmamak gerekirdi. Ama neylersin ki, haziran ayı çok uzak değil. Aslında fotokopi dolarlara burun/sümük silenlerin anti emperyalizm anlayışları bu kadardır.

Hem Nato üyesi hem anti emperyalist olunamayacağı aşikar.1968 gençlik önderlerinin “İki Üç Daha Fazla Vietnam” sloganları dillerinde, ABD’nin Ortadoğu'daki jandarması siyonist İsrail'e karşı elde silah mücadeleleri ve Malatya Kürecik'te Nato Üssünü basmaya giden Sinanların mücadelesi anti emperyalist mücadeledir. ABD ambargosuna karşı köylülerle birlikte “afyon ekme” eylemleri de öyledir. Katledilmelerinin üzerinden yaklaşık yarım yüzyıl geçmesine rağmen unutulmayan Deniz ve arkadaşlarının ayak izlerine basmaktan başka yolun olmadığı da aşikar.