Militarizm ordu kavramının Fransızca karşılığı militarie, İngilizce military, Latince olarak ''askerlik veya savaşa dair'' manasına gelen militaris'e dayanmaktadır. Bu durumda Türkçe'ye orduculuk veya askercilik olarak çevirmek yerinde olarak kabullenilmiştir. Militarizm kavramı ilk olarak 1860'larda Fransız anarşist düşünür Pierre Joseph Proudhon tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Militarizm kavramı yüzelli yılı aşan tarihi sürecinde tarihsel ve düşünsel gelişmelerle şekillenmiştir.

Benim bu yazıdaki amacım militarizmin tarihsel ve düşünsel gelişmelerini irdelemek değil. Militarizm güncel hayatımızı öyle çok meşgul eder hale geldi ki, yaşamımızın bu kadar merkezinde yer alan bu kavramı bu yönüyle anlatmak istedim.

Askerlik insan hayatında tarih boyunca önemli bir konu olmuştur kuşkusuz. İnsan, neslini sürdürmek için savaş kavramı ile içli dışlı olarak, ondan uzak kalmamıştır. Herhangi bir saldırgan niyet beslemeseler de doğal olarak kendini korumak isteyen toplumlar askeri olarak örgütlenmeyi ihmal etmemişlerdir. Dolayısıyla, askeri örgütlenmesi daha sıkı başarabilen toplumlar bu güçlerine güvenerek topraklarını ve servetlerini artırmak için savaşmayı çok doğal ve insani bir hak olarak görmüşlerdir. Tarihte bu uğurda yapılan savaşlarda binlerce insan hayatını kaybetmiş olsa da insanlığın toplumsal yaşam sürecinde savaşlar bu manada oldukça doğal görülmüştür.

İnsanlığın zorunlu olarak savaşa dahil olması, askerlik konusunun onun yaşam merkezinde oluşu militarizmle doğrudan bağlantılı olduğu anlamına gelmiyor. Militarizmin en belirgin özelliği, ''askeri değerler'' dediğimiz şeyleri, askeri norm ve kuralları, toplumun tamamına, yani askeri olmayan kesime de kabul ettirmeyi amaç edinmiş bir zihniyettir. Bunun için bazı koşulların birlikteliğine gerek vardır. Örneğin gelişmiş bir ''işbölümü''nün varlığı militarizm çabasını anlamlandırır. Gelişmiş bir işbölümü ise ancak modern toplumlarda rastlanabilecek olgudur.

''Her savaşta askerler dövüşür. Her ordu askeri ya da askerci (yani militarist) bir biçimde örgütlenir. Bu temel ve ölümcül bir ayrımdır. Askeri yöntemde, en etkili biçimde, özgül güç hedeflerini kazanmak üzere, yani en az kan ve servet kaybıyla, insanlar ve malzeme belirli yerlere yoğunlaştırılır. Çerçevesi sınırlı, tek bir işleve indirgenmiş, bilimsel nitelikte bir etkinliktir. Oysa askercilik (yani militarizm) ordular ve savaşlarla bağdaştırılan muazzam bir adet, yaklaşım, prestij, eylem ve düşünceyi harekete geçirir ama bunların toplam amacı salt askeri amaçları taşır. O kadar ki, askercilik, askeri yöntemin amaçlarını engelleyebilir ya da bozabilir de. Etkisi sınırsızdır. Bütün toplumu kaplayabilir, bütün sanayi ve sanatlara egemen olabilir. Askeri yöntemin bilimsel karakterini de yadsıyan askercilik ''kast'', ''kült'', otorite ve iman niteliklerini sergiler.

 ...Militarizm, asker kişinin sivile egemenliğini, devletlerin hayatında yer alacak ruh ve idealler, değer ölçekleri arasında askeri taleplerin aşırı önemi ve önceliğini vurgulayagelmiştir. Ayrıca, askeri amaçlar uğruna halkların sırtına ağır yükler yüklenmesini, refah ve kültürün ihmal edilmesini, ülkenin en nitelikli insan gücünün verimsiz askeri hizmette heba edilmesini anlatagelmiştir.

Savaşa değil de, askeri erkana hizmet etmek üzere oluşturulmuş bir ordu militaristtir.

Militarizm, genel olarak, savaş zamanından çok barış zamanında serpilir. Ama savaş zamanında, zaferi kazanmakla özdeş olmayan hedefler ardında koşulması militarist bir çabadır.

 Ordular, aklı başında bir biçimde, kendilerini savunmaya göre hazırlarlarsa, toplumu koruyabilirler, kendi çıkarlarıyla geri kalan toplumun ihtiyaçları arasındaki oranlama yeteneğini kaybederlerse, toplum için bir tehdit haline gelirler.

 Militarizm barışseverliğin karşıtı değildir, gerçek karşıtı sivilliktir... Militarizm savaş sevgisinden bazen daha çok, bazen daha az bir şeydir. Askeri kurumları ve yöntemleri sivil hayatın yöntemlerinin üzerine yükselten her türlü duyguyu, askeri zihniyeti, muhakeme ve davranış biçimlerini sivil alana taşıyan her türlü düşünme ve değerlendirme sistemini kapsamına alır.'' (Alferd Vagts, A History of Militarism. Aktaran Murat Belge, Militarist Modernleşme, İletişim Yayınları sayfa 148-149).

 Militarizm her şart altında ''barışsever, barışçıl'' değildir. Her zaman, ortada somut bir düşman olmadığında bile, ''savaş'' kavramını, düşüncesini, tehdidini diri tutmak zorundadır. Olmayan tehdidi yaratmak da militarist ideolojilerin çok sık başvurduğu yöntemler arasındadır.

 Militarizm topluma yönelik, yani topluma düzen ve biçim vermeyi amaç edinmiş bir ideolojidir. İkna edici olamadığı için de genel olarak ideolojik düzeyde kalmış ''militarizm''lere rastlamak her zaman mümkündür. Ama normal şartlarda militarizm bir ''ideoloji'' ve bir ''pratik''tir, yani bir toplumsal düzendir. Militarizm, sivilleri, kadını ve erkeğiyle toplumun tamamını, çocukluktan başlayarak, ''askeri değerler ve normlar'' çerçevesinde eğitmek, bu çerçevede davranmaya çağırmak, askerliği askerliğin dışına çıkarmak ve genel olarak bir yaşam standardı, üslubu haline getirmek demektir. Bunun da anlamı, bunu tercih eden toplumun, yapmaya kalkıştığı her işi askeri yöntemle yapmaya karar vermiş olmasıdır.

Militarist ideoloji, dışarıdan gelecek bir düşmanla savaş ihtimaline karşı sürekli gündemde tutulan bir politik argüman olarak yerini korur. ''Düşman ihtimalinin fazla olduğu bir bölge militarist ideolojinin gelişmesi ve güçlenmesine daha çok olanak tanır. Böylesi durumlarda, dış düşmanla dövüşmekten çok içeride itaatkar bir nüfusu disiplin altında yaşatmak için ihtiyaç duyulduğunu belirtebiliriz. Örneğin ülkenin güneydoğu bölgesindeki süreklilik gösteren olağanüstülüğün nasıl olağan hale geldiğini söylememize gerek var mı?

Bu anlattıklarımızdan militarizmin ''barışsever'' olmadığı aşikardır. Durum böyle iken, her zaman, ortada somut bir düşman olmadığında bile, ''savaş'' kavramını, düşüncesini, tehdidini diri tutmak zorundadır. Olmayan tehditler yaratmak da militarist ideolojilerin çok sık başvurduğu yöntemler arasındadır.

Yazımızı ülkemizde yaşanan, militarizme örnek teşkil edecek önemli güncel gelişmelerden örneklerle tamamlamak gerekirse; pandemi önlemleri zırhına sarılan içki yasağı, yalnızca bir içki yasağı değildir; İslamcı rejimin anayasal hakları ve özgürlükleri yok sayması, kamusal alanı belirli bir din anlayışına göre planlaması ve toplumu buna zorlaması kendince militarist bir çabadır. İçki yasağı ve 1 Mayıs öncesi Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM) tarafından yayımlanan bir genelge ile toplumu tamamen zapturapt alma arzusu, iktidarın militarist yöntemleri topluma kabul ettirmekte ne kadar cevval olduğunun kanıtıdır. Genelgeye göre ''emniyet personeli görevini ifa ederken ses ve görüntü alınmasına fırsat verilmeyecek''. Çünkü son zamanlarda Boğaziçi Üniversitesi protestoları başta olmak üzere polisin eylemcilere orantısız müdahalesine ilişkin olarak yayınlanan görüntüler kamuoyunda büyük tepki topluyordu. İktidarın bu ve benzeri uygulamaları militarizme birer örnek olarak verilebilir diye düşünüyorum.

Bazılarının zannettiği gibi iktidarın bu dayatmaları burada kalacak gibi durmuyor. İktidar her türlü gelişmeyi topluma kendi yaşam biçimini, yaşamın tüm alanlarına yaymayı sürdürmek istiyor. Bugüne kadar da epey yol aldığı yadsınamaz elbette. Bunu daha ne kadar başarır, sonucu toplumsal mücadelenin seyri belirleyecektir.