12 Eylül 1980 faşist darbesinden sonra CHP'nin başını çektiği merkez solun düzeni korumaktaki kararlılığı, 1973 ve 1977 seçim tarihlerindeki sosyal demokrat görüntüsünü terk ederek zamanla onu milliyetçiliğe yöneltti. Ancak hayatın gerçek pratiği merkez solun bu tutumuna sempati duymadı, olumlu karşılık vermedi.

12 Eylül faşizmi solu büyük oranda ezmeyi başarmıştı maalesef. Sendikalar, meslek odaları, emek mücadelesinin aktörleri dağıtılmıştı. Barış, özgürlük, demokrasi, adalet, eşit/eşdeğer yurttaşlık isteyen milyonlar öndersiz ve örgütsüz kalmıştı.

Umutsuzlaşan milyonların değişim talepleri daha çok dinci ve liberal partiler tarafından istismar edilmeye başlandı. Zira ne doğa, ne de siyaset boşluk kabul eder. Kitlelerin bilinci çarpıtılarak düzenin kültürel hakimiyeti adeta yaşam biçimi haline getirildi. Gemisini kurtaran kaptandır bireyciliği, benim memurum işini bilir yolsuzluğu, bir kereden bir şey olmaz ahlaksızlığı gibi yozlaşma ve çürüme örnekleri toplumda neredeyse yadırganamaz hale geldi.

Emeği, özgürlüğü, insanca yaşamı gerçekleştirme mücadelesinin asıl aktörü olan devrimci, sosyalist solun etkisizleştiği koşullarda kendine merkez solum diyen CHP, mevcut iktidarla yarışırcasına dini değerleri yücelten, milliyetçiği öne çıkartan politik manevraları milyonlarda yankı bulmuyor ne yazık ki.

Çünkü halkın gerçek gündemi asla geri plana atılamayacak önemdedir. Gelir dağılımının bu kadar bozulduğu, emekçilerin sömürülme oranlarının arttığı, insanların satın alma gücünün bunca eridiği, işsizliğin en üst seviyelere tırmandığı, köylünün, esnafın gün geçtikçe ezildiği, büyük sermayenin olağanüstü semirdiği bu koşullarda, gerek kırsal ve gerekse kentsel tüm halkın sözcülüğüne soyunmak en doğru politik tutumdur.

Toplumda gündem bile değilken başörtüsü konusunu öne sürmek halkın gündeminden kaçış değildir de nedir? Zaten iktidar ana muhalefetin bu tarz yanlış politikaları sayesinde bir yıldan beri gündeme getiremediği, getirmekte zorlandığı dezenformasyon adı altında sansür yasasını meclisten geçirmeyi başardı. Bilindiği gibi geçen yıl Marmaris ve çevresinde meydana gelen orman yangınları sürecinde sosyal medyanın gücü ile ortaya çıkan ve adeta tel tel dökülen iktidarın beceriksizliği neticesinde Cumhurbaşkanı bizzat ''En kısa zamanda bize bir dezenformasyon yasası gerek'' diyerek basını ve sosyal medyayı tamamen kontrol altına alınmasını ifade etmişti...

Yaklaşık yetmiş yıldan beri dini değerleri istismar ederek iktidarlarını sürdüren sağcı partilerle siyasi rekabet edebilmek adına sağcılık yapmayı (veya bunu yeniden keşfetmeyi) politik meziyet sanmak, olsa olsa eğitim felsefesine göre bir “öğrenememe durumu”na tekabül eder ve bu yanlış politikalar zamanla iktidarın ömrünü uzatmasına yarar, onun ilacı olur.

Uzun sözün kısası yirmi yılı aşkın süreden beri emek ve özgürlükten yana olmayan bir iktidar bunca yoksulluk, bunca işsizlik, bunca adaletsizliğe rağmen hala ülke yönetimde söz sahibi olabiliyorsa bunda muhalefetin de katkısını sorgulamak gerekmez mi?