OHAL koşullarında ve daha da anti-demokratik hale getirilen seçim yasasıyla, her türlü eşitsizlikle, seçim kararı verildiği gün "hodri meydan, seçime hazırız "diyen muhalefet, her ne kadar sonuçlar açıklandığında başarılıyız türküsü söylese de inandırıcı olamadıkları, şeffaf olamadıkları gün gibi gerçektir. Eksik gedik topal da olsa fiilen parlamenter rejimin "allahın rahmetine" kavuştuğu açıktır. Azerbaycan tipi faşizan reislik rejiminin yaratılmasında başta CHP olmak üzere İyi Parti’nin de AKP ve MHP kadar sorumluluğu vardır. Aslına bakarsanız gerek CHP, gerekse İYİ Parti seçim propaganda çalışmalarında seçimin bir rejim değişikliği seçimi olduğunu dahi iyi vurgulayamadılar. Hadi İYİ Partiden bunu beklemek abesti. Zaten şimdiden İYİ Parti sözcüleri AKP’nin yanında MHP’nin yerini almaya ellerini ovuşturarak hevesleniyorlar. Önümüzdeki süreçte AKP- İYİ Parti flörtü başlarsa hiç şaşırmamak gerek. Ama CHP ve Muharrem İnce işin odak noktasına isabetli vuruşlar yapamadılar.

Şimdi CHP yine klasik parti içi iktidar savaşlarına sahne oluyor. Her iki kanat da gerçek sosyal demokrat değil. Statükocu, ittihat terakki zihniyetinden hala kurtulamamış ekipler. Aralarında ideolojik bir farklılık esas olarak yok. Seçim sonrasında birbirlerine benzediklerini, açıklamalarıyla kanıtlıyorlar. Genel başkan yardımcısı, "Kendi mahallemizi bırakıp, diğer mahalleye hitap etmeyi becermeliyiz "dedi. Muharrem İnce de "Herkesin Cumhurbaşkanı" deyişinden, "Herkesin CHP’si olmalıyız"a yatay ve dikey geçiş yaptı. Her iki kanat da ideolojisiz, kimliksiz, merkez ve merkez sağ politikaların özlemi içinde. Oysa hakikisi varken, merkez politikalara ve merkez sağ politikalara inananlar niçin size yönelsin. Her iki kanadın da gerçek solla, gerçek solu bırakalım sosyal demokrasi ile bir ilgileri yok. Muharrem İnce "Herkesin CHP’si "derken kapitalist sınıfa da, büyük ihracatçı, ithalatçılara da, inşaat tekellerine de, büyük toprak sahiplerine de göz kırpıyor. Kılıçdaroğlu zaten her seçimde Demirel ekolünden diploma almış olanları meclise taşıyor. Sol kanadı dıştalıyor.

Aslında gerçekte bir sol kanat var mı, o da tartışmalı. Kendi sini solcu zanneden Fikri Sağlar, Afrin işgalinde coşarak şöven sosyal paylaşımlar yaptı. Gerek Kılıçdaroğlu ekibinin gerekse Muharrem İnce ekibinin temel meselelerde ayrıştıkları bir konu yok. Her iki ekip de dillerin ve halkların hak eşitliği temelinde bir özgürlükçü demokrasiye taraftar değiller. Ana dilde eğitim hakkını sindiremezler, ağızlarına alamazlar. Daha önce de yazdığımız gibi Muharrem İnce konuşmalarında ana dil diyemedi, evdeki dil dedi. Dersim soykırımında, Cumhuriyet tarihi boyunca Kürt halkının gördüğü zulümde CHP’nin devlet partisi olarak payından dolayı özeleştiri veremezler. Varlık Vergisi’nden dolayı, Rum ve Yahudi azınlıklara yönelik ırkçı politikalardan dolayı devlet partisi olarak CHP’nin rolünden dolayı özeleştiri veremezler. Hele hele Ermeni soykırımı konusunda gerçeği söylemekten kilometrelerce öte kaçarlar. HDP ile birlikte iş yapmaktan cüzzamlı görmüş gibi ürkerler.

Muharrem İnce-Kemal Kılıçdaroğlu çekişmesi, Ecevit-İnönü çekişmesine benzemez. Ecevit -İnönü çekişmesi ideolojikti. Ecevit henüz 1990’lar sonrasının anti-demokratik devletin sahipliğine soyunan, şöven statükocu Ecevit çizgisine gelmemişti. İnönü’ye bayrak açtığında "toprak işleyenin su kullananın" diyordu. "Yasaların da üstünde doğa yasaları var" diyerek radikal köylü hareketlerini, orta köylünün öncülüğünde yoksul köylülerin toprak işgallerini destekliyordu. Jakoben, bir devlet dini yaratmayı hedefleyen, gerçek laiklikle ilgisi olmayan, laikçiliği eleştiriyordu. 19 Aralık cezaevi katliamı sorumluluğundan henüz uzaktı.

Diyeceğimiz odur ki çok ihtiraslı Muharrem İnce ekibi de CHP yönetimine gelse özgürlükçülük yönünde CHP’de esaslı bir değişim olması bir hayalden başka bir şey değildir. Tüm dünyada sosyal demokrat partilerin daha da sağa kaydığı bir süreçte, CHP’de esaslı bir değişim beklememek gerekir.

Umut gerçek muhalefet HDP’dedir. Tüm engellere rağmen barajı aşan HDP'nin daha da canlı hamleler yapması için artık parti bünyesinde üyelik hukukunu da geliştirmesi, dilimizden düşürmediğimiz "Doğrudan Demokrasi" anlayışını önce parti içinde hayata geçirme aşamasına geçmesi gerekir. Bileşenler hukuku ile üyelik hukuku arasında uygun bir sentezi üretmesi gerekir. Gerek parti içi görevlendirmelerde gerekse seçimlerde aday belirlemelerde konjonktürel popülarite değil, emek, liyakat, politika üretimine katkı donanımı kriterleriyle davranılması gerekir.

Çok mücadele isteyen hayli zor bir sürece girdik. 18 Temmuz’da keyfi sıkıyönetim, sözde "OHAL" şeklen kalkıyor. Ama kararnamelerle sıkıyönetim kalıcılaştı. Filipin tipi, eksik gedik, kadük parlamenter sistem de tarihe karıştı. Yine de unutmayalım ki dinci ve ırkçı reisliğe muhalif azımsanmayacak toplumsal bir güç var. Yılmadan özgürlükler için mücadeleye devam.