Sosyal medyayı takip edenler bilir. Sokaklarda, meydanlarda sıradan insanlara yayıncı mikrofonu uzattığında, genç, yaşlı, ev kadını, öğrenci, kısacası halktan tüm insanlar büyük bir cesaretle, ''yayınlamaya cesaretiniz varsa konuşayım'' diye sorunlarını en yalın ve somut bir şekilde dile getirmeye başladı. Doğrudan, Cumhurbaşkanı ve İçişleri Bakanı Soylu'yu hedef alarak hayatın çekilmez boyutta olduğunu büyük bir öfkeyle haykırıyor emekçiler...

Daha bir yıl evvel öncesine kadar böyle miydi? Değildi. Bunda eski mafya lideri Sedat Peker'in ifşaatlarının da payı olduğunu yadsımamak lazım. Ancak korku duvarının yıkılmasının asıl belirleyen etmeni yıllardır ülkenin lokal olarak da olsa, en az 40 bölgesinde işçi, emekçi, çevreci, öğrenci direnişleridir. Bazı aklı evvel liberallerin aksine demokrasi ve insan haklarını dillerinde pelesenk eden dış dinamikler iktidarı gerçek manada zora sokmadı.

Özellikle son 5-6 yıldır, biraz da mülteci şantajı yaptığı yabancı güçlerin desteğiyle iktidarını sürdürebilen AKP-MHP bloğu, içerde desteğini kaybetmeye başlayınca, Batılı güçler nihayet, kendisine uluslararası yükümlülüklerini hatırlatmaya başladı. Yani dış dinamik iç politikayı değiştirmedi; içerdeki yukarıda sözünü ettiğimiz direniş, dış dinamiği harekete geçirdi. Siyaset biliminin önemli bir kuralıdır; bir ülkede toplumsal dönüşümlerin asıl belirleyeni iç dinamiklerin bizzat özne olduğu gerçeğidir. Dış etkenler ise iç etkenlerin belirleyiciliğinde bir anlam kazanır. Çok güzel bir Kızılderili atasözü vardır: Yumurta içerden bir baskıyla, içeriden bir güçle kırıldığında oradan hayat doğar. Dışarıdan bir güçle kırıldığında içindeki hayatı öldürür.

Toplumun korku duvarını çoktan aşmış olması, değişim taleplerinin gürül gürül akan hayatın bütün hücrelerinde hissediliyor olması geleceğe dair umutları yeşertiyor kuşkusuz. Görüldüğü gibi, iktidarın yeni bir şey ortaya koyma, onu kamuoyuna anlatma ve rızasını alma şansı tümüyle yok olmuş durumda. İktidar tam manasıyla uzatmaları oynuyor dersek abartmamış oluruz.

Öte yandan ülkede emekçi halkın yıllara yayılan ve giderek katmerleşen sorunları çözüm bekliyor. Emeğin ve emekçinin örgütlenmesinin önünde devasa engellere dokunulduğunu söylemek pek olası değil. HDP'nin yerel yönetimleri güçlendirme ve eyaletlerin özerkliği gibi projelerinin dışında başını CHP'nin çektiği muhalefet cephesinde halkın yönetime katılımına dair, değişecek olana dair tek bir cümleye rastlayamıyoruz maalesef. Örneğin, 20 yıllık iktidarının öncesiyle birlikte yarattığı büyük tahribatın, gericiliğin nasıl tamir edileceğine ilişkin olarak tek bir cümle yok. Sürekli tekrar edilen güçlendirilmiş parlamenter sistem muhalefetin tek argümanı.

Oysa hemen hiçbir konuda kalıcı çözümler üretebilme başarısını gösterememiş eski parlamenter sistem yerine dillendirilen güçlendirilmiş parlamenter sistemi lafzı olarak her fırsatta terennüm etmek kitlelere bir coşku vermiyor. Örneğin, bu ülkede emekçilerin en büyük sorunlarından bazıları; konut sorunu, eğitim sorunu, sağlık sorunu, işsizlik sorunu, adaletin herkese eşit olarak uygulanması, anadil, kimlik, kültürel haklar ve temsiliyet sorunu gibi milyonların yaşamına doğrudan dokunan projeler alanlarda savunulmalıdır. Nüfusun %45'inin asgari ücret düzeyindeki bir gelirle geçinmek zorunda kaldığı bir ülkede işsizlik ve yoksulluğun çözüm sürecine girebilecek projeleri somut olarak sunabilen politikalarla ancak kitlelere umut vaat edilebilir.

DEMOKRASİ MÜCADELESİNDE SOSYALİST SOLUN ÖNEMİ

Bu ülkede sosyalist sol düşünce hiçbir zaman iktidar olmadı, bu doğru. Ancak sosyalist sol her zaman niteliksel olarak etkili ve yönlendirici olmuştur. Ne zaman solun, sosyalistlerin ezilmesi başarılı oldu, o zaman ülkedeki siyaset sürekli çok başka mecralara yöneldi. O yüzden özellikle sosyalist sola yaşadığımız bu süreçte çok önemli görevler ve sorumluluk düşüyor. Belki sosyalist sol, genel siyaset tablosu içinde çok önemli bir siyasi aktör değilmiş gibi düşünülebilir ama Türkiye'nin şu anki içinde bulunduğu siyasi iklimde sosyalistlere çok ciddi görevler düştüğü yadsınamaz. Zira gerçek manada demokrasi, özgürlük, eşitlik, yoksulluk, kadınların hak eşitliği ve erkek egemenliğine karşı özgürlüğü, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı, halkların kardeşliği gibi toplumun bir kesimini değil, tümünü doğrudan ilgilendiren sorunlar ancak sosyalistlerin müdahalesi ile çözüm yoluna girebilir. Şimdiye kadar sosyalist solun toplumun gündemine yeterince katılamamış olmasının toplumsal dönüşüm açısından bedeli ağır olmuştur. Toplumun üzerindeki ölü toprağının uzun süre atılamamış olmasının gerçek nedeni yine sosyalist solun (çeşitli nedenlerle) sınıf mücadelesindeki rolünü yerine getirememiş olmasında, şimdiye kadar rejim tartışmalarına aktif olarak katılamamış, katılmamış olmasında aramak gerekiyor.

Şurası çok açık, bugün canlı, etkili bir radikal muhalefetten bahsetmek mümkün değil ne yazık ki. Her şeyden evvel unutulmamalıdır ki, muhalefetin kitlesel olarak yoğunluğunu temsil eden CHP tarihsel sola meyil ettiği her dönemde onun dışında dönemin iktidarlarını tehdit eden bir radikal sol-sosyalist odak hep var olmuştur. Bu itibarla Türkiye'nin önümüzdeki dönemde, CHP (CHP'ye ne kadar sol denir, o da ayrı bir konu) dışındaki sosyalist solun, örgütlü ve niteliksel etkiyi yapacak bir kuvvet kazanması gerekiyor. Örneğin, Babacan, Karamollaoğlu, Akşener veya Davutoğlu gibi sağcıların temsil ettiği oluşumların 8 Mart kadın eylemlilikleri veya Gezi Direnişi gibi alanları dolduran toplumsal ayaklanmalara katılım göstermelerini veya önderlik edebilmelerini düşünebilir miyiz? Çoğu insan Türkiye toplumunun düşünce dünyasının daha çok sağ eğilimden oluştuğunu söyler durur. Bu gerçek değil. 1978'leri, 1979'ları hatırlayalım: Hiç unutmam 24 Aralık 1979'da Maraş katliamının 1.yıldönümü gerekçesiyle yapılan protesto eylemlerinde hayat durmuştu adeta. Esasen Türkiye toplumu soldur ve şu anda da dünya solun yükseliş dönemine girmiş durumda.

Bu yüzdendir ki, CHP'nin bugün sağ bir siyaset izlemesi çok yeni bir durum değil. Onun genel eğilimi de sürekli bu yönde olmuştur. CHP'yi ilerici bir noktaya taşıyan süreç devrimci hareketlerin daha güçlü olduğu, emekçilerin taleplerine mazhar olduğu dönemlerdir. O nedenle bugünün sorunu siyasal güç ilişkilerinde sosyalist, devrimci hareketin (maalesef) esamisinin okunmuyor olmasıdır. Bu nedenle belirtmek gerekir ki; tutucu bir restorasyon süreci yaşanmasının mukadderat (kader) halinden çıkması ancak sol bir iradenin ortaya çıkması, kitleler nezdinde ete kemiğe bürünmesi ile mümkündür.

HDP VE SOSYALİST SOL OLMADAN ASLA

Yukarıda belirttiğimiz gibi sol, mevcut siyasi yelpazede etkisiz görülebilir. Fakat gündelik yaşamın çelişkilerinin içinden baktığınızda durum çok farklıdır. Bugün artık ülke sorunları hakkında çözüm önerileri dillendirilirken HDP ve sosyalist solun söylemleri kitlelerde yankı bulmaktadır. Burada üzerinde durulacak anahtar ilke halk egemenliği meselesidir. Bu, HDP ve sosyalist solun da içinde olduğu tüm emekçiler olarak, ülkenin sorunlarına sahip çıkan ve alt kültür olarak değil, ülkeyi yönetme perspektifiyle ilerleyen bir birliktelikle olabilir. Radikal devrimci bir program önermeyi bugün sosyalist sol bir ezber olarak değil, tam da halkın taleplerinin, ülke ve siyasal alanın gerçekliğinin bir parçası olarak değerlendirmek gerekiyor.

Eski Türkiye ve eski rejim ihyası ile yetinilmesi mümkün gözükmüyor. Yeni Türkiye'nin halk iktidarı üzerine kurulu bir biçimde gerçekleşmesini sağlayacak bir yöne doğru evrilmesi ancak solun ve sosyalistlerin toplumsal mücadelenin güç ilişkilerinde ciddi bir rol almasıyla mümkündür. Türkiye'nin yakın tarihine baktığımızda, yasal, kurumsal, anayasal düzenlemeler yapıldığı zamanlarda darbeler ile güç ilişkilerinde ciddi siyasal ve toplumsal kırılmaların eşlik ettiğini görmekteyiz. İşte şimdi tam da bu noktadayız; bir değişimin eşiğinde. Değişimin hangi yönde olacağı ise sosyalist solun varlığı ve siyasi etkisiyle çok ilgili. Yoksa CHP ve İYİ Parti'nin dillerinden düşürmediği güçlendirilmiş parlamenter sistem denilen basit bir restorasyon ile karşı karşıya kalırız. Güçler ayrılığı, yargının bağımsızlığı gibi kavramlar şüphesiz desteklenmeli. Temsili demokrasi meselesi ise çok daha dikkatle tartışılması gereken bir konu. Örneğin temsili demokrasinden doğrudan halkın katılımını esas alan bir yöne nasıl çevrileceği üzerinde durulması gereken en önemli nokta. Yani burada söz ve yetki halka, iktidar halka anlayışının gerçekleşme ihtimali yine en dikkat çeken konu.

Sol, gündelik hayatı da değiştiren ve onu siyasal pozisyona taşıyan bir çizgi dillendirmeli. Bu, solun toplumların dönüşümde baz aldığı en temel ilkedir. Şüphesiz siyasal rejim tartışması çok önemli ama gündelik hayatın çelişkilerine dokunmayan bir tartışmanın anlamı da çok fazla yok. Burada en önemli nokta ise, halk tabakaları arasındaki organik ilişkilerin geliştirilmesidir...

Kısacası sol ve devrimci bir program (dar anlamda) ideolojik tercih olmaktan çıkmıştır. Solun devrimci talepleri ülkenin içinde bulunduğu sorunları aşabilmesi için neredeyse tek çıkış yoludur. Zira çokça dillendirilen güçlendirilmiş parlamento ancak halk egemenliğinin realize olmasıyla mümkündür.

Sonuç olarak, hayatın gerçeği bize hiç abartısız daha radikal ve devrimci bir programı tüm ezilenlerin birliğini sağlamak koşuluyla uygulamayı dayatmaktadır.

Sözlerimi Selahattin Demirtaş'ın birlik hakkındaki açıklaması ile bitirmek istiyorum:

''Kürtler, Aleviler, muhafazakarlar, sosyalistler, Atatürkçüler, demokratik milliyetçiler dahil her kesimden liyakatli kadrolar, demokrasi ortak paydasında birlikte hareket etmeyi başarabilmelidir. Demokrasinin kalıcı hale gelmesinin biricik yolu budur. Önce ilkeler, sonra ilkesel ittifaklar...Bunun için kişisel kariyer hesapları, partizan faydacılık gibi yaklaşımlar bir kenara bırakılmalı ve kolektif akıl, ortak yönetim, birlikte inşa anlayışı hakim kılınmalıdır. Biz halen bunun başarılabileceğine inanıyor ve bu doğrultuda çalışmaya devam ediyoruz.

Umutla kalın!..''