Evladını öldürebilen babaya genellikle “cinnet geçirdi” denir bizim buralarda.

Akıl almaz çünkü.

Evladı kurban etmek, Hz. İbrahim’in bıçağı İsmail’in boynundan alındığından beri, yasak sanılır.

Öyle değil!

En muhafazakâr iklimin insanları bile kolayca kabulleniyor evlatların kolayca kurban edilmesini. Normalleştiriyor.

 

***

 

Mesela, Pozantı budur işte!

Devlet gözetiminde, bazı çocukların öteki çocuklara etno-cinsel şiddeti!

Sadece çocukların çocuklara değil! Sadece devletin de değil!

Milletin ciddi kısmının da, sözde düzen ve huzur adına, en fenasından kinle; çocuklara çıplak vahşeti mazur, makul, meşru görebilmesidir.

İçimizdeki vahşet budur!

Gündelik hayatında seven, gülen, işini yapan, kendi halinde görünen, inançları olan, çocuğunun başını okşayan sıradan insanların sıradan vahşeti!

İçimizdeki bu vahşeti taban, merkez, çoğunluk sayarak; bir devlet ile hukuk da vicdan edinemez. Kin edinir, kin telkin eder, bu sıtmaya kinin olamaz!

Bunlar çocuk değil, terörist” diyebilen; isterse evinde en müşfik baba olsun, kesif merhametsizlik cehennemine odun taşır bir yandan.

Merhamet ve vicdan, “Ruhu, bedeni, hayatı lime lime edilmiş her çocukta kendi evladının suretini de görebilmek; kendi evladına her bakışta o çocuğun acısını da hissedebilmektir.”

 

***

 

Sadece böyle de değil elbet.

Dört görevliyi görevden almakla yetinmek; çocukların kalbinde, bedeninde, hatırasında, hayatında, geleceğinde hep kanayabilecek yaralar yanında, uyduruk bir pansuman kalır.

Sonra ne olacak?

Yaygın şiddetin fiziksel mekânları, etnik nefreti ne olacak?

Çocukların sonraki hayatı, şefkat ve destek ihtiyacı; zihin, ruh ve bedenlerinin titremelerden kurtulup umut edinebilmesi; kimlikleri ve kişiliklerine saygının tesisi, içlerinde birikecek derin acı, utanç, öfke veya nefretin giderilmesi nasıl olacak?

 

***

 

Kimi çocuğa, cinsel dahil, her şiddeti mazur görebilen “kötü ruhun kapsama alanı” cezaeviyle, gıdası etnik nefretle sınırlı değil zaten.

13 yaşındaki kıza yaşının iki katı saldırganda bile; tecavüz değil, rıza buyuran hukuk devleti ile “ne işi vardı arada” diyen millet hukuku da öyle.

Ayrık otları bulmak için bütün otları sökmekten bahsedebilen bakan zihniyeti de öyle.

Onca aile, askerde şüpheli biçimde ölen evladının “eğitim zayiatı” olduğunu kabullenemezken, “şüpheli ölüm yok” diyebilen de.

İçişleri, Adalet, Milli Savunma bakanlıklarının bir görev tanımı da sanki bu:

İç kaldıran işlere; adaletsiz hallere; savunmasız insanların maruz kaldıklarına mazeret üretmek!

Devlet ve bir kısım millet hoyratlığına, şiddetine “makul, mamul sebep” imalatı!

 

***

 

 

12 yaşında çocuğun bedeninde (ki ona ceset deniyor) 13 devlet mermisini aklayabilen devlet zihniyeti içtihat olunca…

Cezaevinde dört, beş görevliye; hapishanede etnik nefreti tecavüze makul sebep yapmış saldırgana hangi yüzle ne denecek ki!

Sormazlar mı, ne kadar devlet, o kadar millet, bu kadar cinnet diye!

 

 

Issız adada hissiz yamyamlık!

 

Öyle acayip kankalarıklarına şaşırıyorsun önce; sonra, böyle acayip kanlı düşmanlıklarına.

Birbirini kollayan, kolalayan, cilalayan; birbirinin klanı, klonu “medyacılar, gazeteciler”, kankasını bile oymaya başlıyor.

Şuna benzetiyorum; tabii Allah benzetmesin:

Onca debdebe ve kakarakikiriden sonra, ıssız adaya düşmüşler…

Hayatta kalmak için, ötekini parçalayıp yemekteler!

Çünkü deniz bitmiş, mama bitmiş, yiyip bitirecek başkası kalmamış; klonunda kendi yüzünü, kendi mütemmim cüzünü görmekten çıldırmış terminatörler!

Kendi sicilini kazımak için berikinin yüzünü tırnaklıyor…

Onun yüzünü yırtarken kendine yeni yüz naklediyor.

Kankayı batırarak su üstünde kalmaya debeleniyor, kağıttan amiral gemisi kaptanları!

Zaten hep maskeli baloda idiler; birbirlerine kefen biçmek için de yeni maskeler edindiler.