Ülkemizin en yakıcı sorunlarının başında Kürt sorunu ve bunun sonucu olarak otuz yılı aşkın süredir devam eden, 40.000’den fazla insanımızı (Türk ve Kürt) yitirdiğimiz kirli savaş, çatışma hali geliyor. Otuz yıldır anaların gözü yaşlı, çocuklar babasız. 12 Haziran seçimlerinde BDP-Sol Blok meclise 36 vekil soktuğunda toplumda çözüm için bir umut yeşermişti. Ancak barış umutları, yaşanan gelişmeler sonucu kısa sürede tükenme noktasına geldi. Temmuz ayından itibaren Silvan ve Çukurca saldırıları ile yeniden başlayan çatışmalar, ülkemizdeki savaş yanlılarının, şahinlerin söylemlerinin hakim olduğu bir ortamın oluşmasına neden oldu.

 

Sözün Bittiği Yer !

15 Temmuz 2011’de meydana gelen Silvan saldırısı ardından TBMM başkan vekili, mecliste yer alan partiler adına yaptığı açıklamada “Sözün bittiği noktadayız” dedi. 17 Ağustos 2011 Çukurca saldırısı ardından ise Başbakan Erdoğan “Sözün bittiği yerdeyiz. Bundan sonrası konuşulmaz uygulanır” diyerek yeni dönemin politikasını açıkladı. Bu açıklamanın hemen ardından da sınır ötesine hava saldırıları başladı ve kara harekatının da her an yapılabileceği söylenmeye başlandı. Bir yandan TSK’nın operasyonları, diğer yandan PKK’nın saldırıları ülkeyi yeniden savaş ortamına soktu. Tırmanan şiddet ve gelen cenazeler çözüm ve barış yanlılarının seslerinin giderek kısılmasına neden oldu. Şiddet ve savaş dili o kadar egemen duruma geldi ki barıştan söz eden, savaşa ve ölümlere karşı çıkanlar neredeyse ihanet ile suçlanır oldular.

 

Son Aylarda Çarpıcı Gelişmeler

2011’in sonuna doğru ise TSK’nın operasyonları iyice yoğunlaştı. Çok sayıda PKK’li genç öldürüldü. Abdullah Öcalan Temmuz 2011’den bu yana avukatları ve yakınlarıyla görüştürülmedi, tecrit edildi. Art arda gelen KCK operasyonlarında binlerce Kürt siyasetçi gözaltına alındı. Büşra Ersanlı, Ragıp Zarakolu gibi akademisyen ve yazarlar; gazeteciler de gözaltına alınanlar arasındaydı. Bu olaylar G.Doğudaki Kürt halkında üzüntü, hayal kırıklığı ve öfkeyi arttırdı. Uzun süredir AKP’ye destek veren liberaller, demokratlar da AKP’nin bu politikalarına sert eleştiriler getirmeye başladılar.

 

MİT’in 2009 yılında PKK ile Oslo’da yaptığı görüşmeler Eylül 2011’de basına sızdırılmış ancak beklendiği kadar tepki almamıştı. Aslında bu durum Kürt sorununun müzakere ile çözülebileceği umudunu veriyordu. Ancak ne yazık ki 30 yıldır yapılan yanlışlar yeniden tekrar edilmeye başlandı. Kürt sorunu çözülmeden PKK’nin silahla yok edilebileceği yanılgısına bir kez daha düşüldü. Müzakereler durdu, “açılım”dan vazgeçildi, Öcalan’a tecrit, BDP’yi yok sayma ve PKK’ye karşı askeri operasyonlarla sonuç alma çabası öne çıktı.

 

Aralık 2011’de ise Uludere katliamı gündeme bomba gibi düştü. TSK uçakları Uludere’de sınır ticareti yapan köylüleri bombaladı, 35 köylü öldü. Olay bölgede ve ülke çapında büyük tepki ile karşılandı, sorumluların bulunması istendi. Ancak aradan geçen iki ayı aşkın sürede hala sonuç alınamadı. Bu durum Kürt halkının duygusal kopuşunu daha da hızlandırdı.

 

Şubat 2012’de ise Türkiye yeni bir deprem ile sarsıldı. Savcılık, MİT müsteşarı ve bazı yetkilileri şüpheli sıfatıyla ifadeye çağırdı. Konunun Oslo görüşmesi ve MİT-KCK ilişkileri olduğu söylendi. Ancak hükümet MİT’e sahip çıkarak savcılığı uyardı, MİT müsteşarı ifade vermeye gitmedi.

 

Şimdi herkes şu soruyu soruyor. Acaba hükümet müzakereleri yeniden mi başlatacak? Uzun süredir rafa kaldırılan “açılım” yeniden mi gündeme alınacak? EinsteinAynı şeyleri defalarca yaparak farklı sonuç almayı umanlar aptallardır” diyor. Kürt sorununun şiddetle, askeri önlemlerle çözülemeyeceği 30 yılda artık anlaşıldı. Hala aynı anlayışta ısrar akıl dışıdır. Umarız iktidar bunun farkındadır ve daha fazla kan dökülmeden bu sorunun çözümü için gerekli adımları atar. Özgürlükçü, eşitlikçi, demokratik, toplumun tümünü kapsayan bir anayasa BDP’nin de katılımı ile acilen yapılmalı; müzakereler başlamalı, TMK’da ve diğer anti demokratik yasalarda acilen değişiklik yapılmalı, tutuklu gazeteciler, öğrenciler, milletvekilleri ve Kürt politikacıların özgürlüklerine kavuşmaları için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Bu aşamada PKK’nin de silahları susturması ve sınır dışına çekilmesi barışın sağlanması için zorunludur.

 

Söz Bitmez

Sözün bittiği yerde şiddet egemen olur. Amacımız barış ise, sorunları çözmek ise söz bitmez, bitmemeli. Barış hiçbir zaman şiddetle, kanla gelmez. Barış için ağızların değil, silahların susması gerekir. 30 yıldır ağızlar suskun, silahlar konuşuyor. Devlet de, PKK da silahla ve şiddetle sonuç alınamayacağını artık anlamış olmalı. Otuz yılın sonunda varılan nokta 40.000’den fazla cenaze. Kürt sorununun çözümü kuşkusuz ki “söz”den, konuşmaktan geçmektedir. Savaş diline karşı barış dilini egemen kılmak, akıl ve bilimle konuşmak, vicdanların sesine kulak vermek barışı getirebilir.

 

Söz bitmedi, söz tükenmedi, konuşacak çok şey var. Asıl şimdi konuşma zamanı. Çünkü söz, silahı kovar. Yeter, silahlar sussun, söz bitmesin. Ne demişler; “İnsanlar konuşa konuşa …”