Ecevit hükümetinin son günleri, hastalık operasyonuyla “Ecevit’in son günleri” de yapılmak istenmişti.

Aslen büyük ve şımarık medya ile sermayenin bir dediğini iki etmeyen koalisyon; mecburen bankalara filan el koymuş, “28 Şubat soygunu”nu azıcık örtme telaşındaydı.

Büyük depremin enkazı kalkmadan, ekonomik kriz enkaz yapmıştı ahaliyi.

Çürümüş sistemin çürük koalisyonu ayakta durmakta zorlanıyordu.

Oysa Ortadoğu’da “cengâver”e; Soros’un utanmaz, kibirli, küstah ama epey doğru deyişiyle, “Bedava ya da ucuz askerleri en önemli ihracat kalemi” sayılan Türkiye’nin toprağına da canına da, üssüne de altına ve üstüne de ihtiyaç vardı.

Zayıf, çürümüş, “ulusalcı, milliyetçi soslu” hükümetle belki zordu…

Yerine gelmesi muhtemel bir “İslamcı” dalgayla hiç mümkün değildi!

 

28 ŞUBAT İNEĞİ

 

28 Şubat kalıntıları, bin yıllık hülyalarının en dandik işine giriştiler önce:

Nasıl, partisiz iktidar yaratmışlarsa; halksız partilerle iktidar hayal ettiler.

Sağda solda “yeni merkez” operasyonları, onları kendin pişir kendin ye manşetlerinde heyecanlandırdı ama, o iktidar hayali, “viagralı” gibi suni bir şeydi!

Netekim, suyu içecek sanılan 28 Şubat ineği suya düştü!

 

İNEĞİN DİLEĞİ

 

Lakin ABD dediğin, acelesi olan bir Şahin.

İki Türkiye oluşuverdi; savaş(lar) ve işgal(ler) bölgesinde:

Biri, halkın oylarıyla; diğeri, 28 Şubat ittifakı olan büyük sermaye, büyük medya, büyük paşalar ve büyük müttefikin yeni iktidar olmuş, 11 Eylül saldırısıyla aradığı fırsatı bulmuş büyük şahinleriyle.

Birinci Türkiye’de AKP iktidara geldi ama muktedirlikten epey uzaktı.

İkinci Türkiye ise, bugün biraz tuhaf yargılanan, hakikati hala ortaya çıkartılmayan ve çeşitli haksızlıklarla hesap soruluşu malul düşen “darbe” tasarımlarına adadı kendini:

İslamcı gericilere ne iç siyasette güvenilebilirdi; ne de artık savaş gerektiren dış siyasette!”

 

İĞNE DELİĞİ

 

Bu iki Türkiye, o günlerde iki AKP de yarattı:

Biri ürkek; darbe ve ABD tehditleriyle kuşatılmış…

Diğeri; eh biraz “Milli Görüş” nefesli ama en önemlisi halktan aldığı desteği ve o desteğin iki mislinden fazlası halkın da savaş ve işgal karşıtı olduğunu bilen.

Tezkere odur işte!

ABD ve darbeyle kuşatılmış bir iktidarın, Meclis grubunu serbest bırakıp ikiye bölünmesi ve CHP oylarıyla da, tezkerenin kabul edilmemesi.

İki Türkiye’den ilkinin; muhalefetle ve kendisine oy vermemiş halk kesimleriyle de ittifakla, bütün dünyada, halklar nezdinde itibar kazandıran tavrı!

 

KOMŞUNUN SUYU

 

Bizzat unutanlar hatırlasın diye yazdım galiba.

En azından kendim unutmamak için.

Çünkü Saddam, Esed Esad’dan daha efendi adam değildi.

Ne daha az diktatördü; ne Halepçe Halep’ten daha kansızdı.

Tek fark belki şuydu:

Senelerdir ambargoyla ilaçsız, aşsız bırakılan Irak zaten dermansızdı. Afganistan’dan sonra zincirin ikinci zayıf halkasıydı.

Şimdi o günden bugüne geldiysek…

Kızma arkadaş ama…

Mesele diktatörlerin halkları katletmesinden ibaret olsaydı keşke.

Oysa sorarsan ABD’li bir neo-muhafazakâr şahine…

Diyecek ki, bu proje hala aynı proje.

Biz artık iktidar değiliz ama…

Projemiz iktidarda!

 

KENDİ KUYUN

 

10 yılda bu hafızayı kaybedenler belki şunu da unutuyor:

O “proje” sadece (Afganistan’dan sonra) Irak işgaline dair değildi.

Savaşın, işgalin, bekçiliğin, lejyonerliğin, ateşin ve de daha beter bir iç savaşın içine itilmiş ve içine edilmiş Türkiye’de, “güvenilmez” iktidarın da kontrol altına alınması; mümkünse süpürülmesi, en iyisi kazınmasıydı!

Askeri darbeleri artık imkânsız sayanlar, savaş darbelerinin ve askerî iklimlerin nelere yol açabileceğini muhtemelen hiç düşünmüyor!

Proje sadece Suriye’yle sınırlı değil ki: Esas İran projesi! Ya da 12’ye çeyrek kala İran! Bir de 12 var.

373 yıllık Kasr-ı Şirin’in bile ezilip geçilmesine dair bir ABD (NATO), İsrail ve de Katar, S. Arabistan (hatta El Kaide) vesaire hevesinin sana düşmüş posası.

Projede aktör olduğunu sanırsın; filmin bir yerinde bir bakmışsın, dan, ölü bir aktörsün!