Hayatımız yine ateşle sınanıyor.
Sivas’ta onca insanı göz göre göre ateşe verenlerden bir kısmının zamanaşımından yararlanması karşısında Başbakan, ‘hayırlı olsun’la başlayan bir söylev çekti.
Yakılanların yakınları mahkeme çıkışı kararı hazmedemeden gazla tembih edilmişlerdi. Devletin gücü hâlâ yakılanların tarafına yetiyordu. Üstelik hâlâ hıncını alamamıştı.
İşte tam da bunun üstüne Başbakan yakanların çocuklarının acılarından dem vurup olaya tek taraflı, ‘ideolojik’ bakmamak gerektiğinin altını çiziverdi.
Kimi sol örgütlerle Sivas katliamcılarını eşleştirmekten çekinmiyor, söz konusu katliama nasıl yaklaştığını aleni olarak dile getiriyordu.
Hepimizin gözlerinin içine baka baka bizi yakılanın yandığıyla kaldığını kabul etmeye davet ediyordu. İçinden geleni apaçık söylememek, bir kez daha mağdurlara sert çıkıp alışıldık hoyratlığını patlatmamak için kelimelerin arasında geziniyordu. Sanki Sivas katliamı da AKP’yi yıpratmak için, AKP’ye karşı örgütlenmiş bir eylemdi. Şimdi de AKP’yi sıkıştırmak için kullanılıyor, ‘ideolojik’ yaklaşımlara alet ediliyordu. Ama yemezlerdi.
Dün de bu yıl yasaklamaya karar verdikleri Newroz kutlamalarında devletin yeni yüzünün hoyratlığıyla karşılaştık. Yakılanlar, coplananlar, tutuklananlar, işkenceden geçenler kolay unutuluyor nasılsa.
Kaderlerinde var unutulmak.
Tinerci mi olalım?
Bu arada ufkumuza (sahi bir zamanlar dönüp dolaşıp ‘takiyye’den söz edilmez miydi, ne oldu takiyye muhabbetine?) yine Başbakan tarafından gerilen bir yol haritası da diğer unutulasıları hatırlatmaya bir vesile olmuştu.
Bir zamanlar demokrat olan delikanlı Başbakanımız, dindar nesil yetiştireceğiz demecini eleştirenlere “Tinerci mi olsunlar” cevabını yapıştırıvermişti.
Sokaklarda aç biilaç kendilerini usul usul öldüren çocukları milletine ibretlik gösteriyordu.
Sanki o çocuklar dış mihraklar tarafından sinsice memlekete sızdırılmış yaratıklar. Bizden değiller. Bu milletin bağrından çıkmadılar. Onlar sabit, mutlak bir varlık. Kötü örnek olarak sokaklarda korunuyorlar.
Başbakan açıkça, “Tinerci nesli siz yetiştirdiniz, dindar olanı da biz yetiştireceğiz” diyordu. Tinerci çocukların çoktan gözden çıkarılmış olduğunu itiraf ediyordu.
Pekiyi bu nasıl bir dindir ki evsiz barksız kimsesiz kalıp sokaklara düşmüş, soğuktan ve açlıktan korunabilmek için burunlarındaki kirli çaputlardan tiner koklayan çocukları ibretlik diye işaret ederek lanetler?
Onlar dindarlık eğitiminden geçmedikleri için sokaklara düşmedi. Dini duyguları zayıf diye tinere alışmadılar. Onlar devlet dersinde öldürülmüş, yüce Türk devletinin şefkatinin ulaşamadığı çocuklarımız.
Ama devletimizin gururlu yeni yüzünün umurunda değiller.
Onların kaderi de unutulmak. 

İşçiler yanıyor
Geçen hafta bir de İstanbul Esenyurt’ta Marmara Park Alışveriş Merkezi’nin inşaat şantiyesinde işçilerin yatakhane olarak kullandığı çadırlarda çıkan yangında 11 işçi hayatını kaybetti. Böyle bir durumda istifa etmesinden geçtim, Türk kodeksine uygun değil, biraz olsun boynu bükük görünmeyen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik olayın üstüne basının sorularını yanıtlarken “İşçilerin kaderi bu muydu” sorusu üzerine “Olay kaza değil. Önlem alınsa yaşanmazdı. Ama kader mi kader” deyiverdi.
Üstelik aynı söyleşide örnek bir pişkinlikle İş Sağlığı Güvenliği Yasa Tasarısı’nın nisan ayında çıkabileceğini söylüyordu. Sekiz aydır üstünde çalışıyorlarmış. Anlaşılan acelesi yok.
Pekiyi her ay ortalama 50-60 işçinin iş kazalarında hayatını kaybettiğini biliyor musunuz? Büyük ihtimalle bu kadar yüksek bir rakam beklemiyordunuz. Ama elbette işçilerin hayatı da tinerci kimsesiz çocuklarınki gibi kayda düşmüyor. Ancak ölümleri istatistiksel bir mesele.
Bu arada İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün’e göre iş güvenliği ihlali yaşam hakkı ihlalidir: “Öteden beri işçi sağlığı güvenliği ile ilgili mevzuatın uygulanmadığını görmekteyiz. Valilikler, belediyeler ve ilgili bakanlık kurumları tedbirleri almak ve denetlemekle mükellef ama birçok işyerinde bu tedbirlerin alınmadığını görmekteyiz.”
Devlet, kader diye hıçkırıp bu konuyu da kapatalım istiyor.
Pekâlâ sevgili milletim, yükselen süper-über-mega binalara bakıp Türkiye’nin ne kadar geliştiği, ne kadar zenginleştiğini söyleyip huzurlu bir edayla hayat mahallinden uzaklaşıyor musunuz?
O yüksek binaları yapanlardan 11’i geçen gün cayır cayır yakıldı. Tam da Sivas’ta onlarca insanı canlı canlı yakanların katillerinin ceza aşımından yararlanması kararının açıklandığı güne denk geldi bu katliam da.
Shopping Mall’ların o steril, ışıltılı, cilalı, finişi mükemmel iç avlularında vitrin bakmaktan yorulup derin bir nefes alırken bir anda boğazınıza yapışsa yananlardan birinin artık görünmez eli. Nefesinizi daraltıp yere çökertse. Her an yanık elin akrabalarının mütemadiyen temizledikleri, alışveriş kalabalığına hiç görünmeden durmadan paspaslayıp parlattığı yere kapaklanıverseniz. Korkmaz mısınız?
Korkun!