Geçen gün haberleri açtığımda Üniversite Giriş Sınavları’nın ikincisine alınmayan bir öğrencinin kapıdan ağlayarak uzaklaşmasına denk geldim. Genç kadın gözlerinde yaşlarla sarsıla sarsıla koşuyordu. Haberin başını kaçırmıştım. Muhabirler öğrenciyi yakalayıp ağzına bir mikrofon yapıştırdıklarında merakla televizyonun sesini açtım. Kendisinin neden sınava alınmadığı sorusuna hıçkırıklar içinde şu cevabı verdi: “Almadılar. Kimliğimi unutmuşum. İşte Türkiye’nin hali bu.”
Böylesine önemli bir sınava girmek için üstlenmesi beklenen yegâne sorumluluğu yerine getirmemiş ama gadre uğradığından da şuncacık kuşkusu yok. Daha önemlisi, çok iyi tanıdığımız tembel Türkiyeli şablonuna uygun olarak, düşünmüyor. Konuşuyor. Reflekslerinden başka kaybedecek fazla bir şeyi yok. En bezgininden bir klişe nasılsa dilinin bekçisi. “İşte Türkiye’nin hali bu” yakınmasının ardında en ufak bir analitik kırıntı, bir düşünce emaresi aramayın. Neye itiraz ettiği, kendini neyin kurbanı olarak gördüğü muğlak. 

Basınımızın önde gelen düşünürlerinde de aynı kolaycılık, aynı otomatiğe bağlamışlık göz yaşartıyor. Son Dağlıca baskınıyla birlikte okuru karşısında uyanık görünmeyi şiar edinmişler ya, hemen ‘zamanlamanın manidarlığına’ dikkat çekiverdiler.
Bu zamanlama analistleri, stratejik uzmanlar, her şeyin en derinini, en örtük olanını görüp fani okurlarına iletmeyi borç bilirler nasılsa. Genellikle arkalarını dönmüş oturduklarından, savaşın ancak en korkunç, en gürültülü, en kanlı noktasını fark edip hiçbir gizli hesabı, hiçbir hinliği yutmayan uyanık münevver kantosuyla ortaya fırlarlar: Zamanlamaya dikkat! 

Zaten kendi yazdıkları dışında hiçbir şey okumadıklarından, muktedir sofralarından topladıkları kırıntılarla bir dünya inşa etmekle yetindiklerinden, zamanlama taciri siyasilerden bir adım ileride değildir bu fikir insanları. Siyaset muktedirleri de en külyutmaz halleriyle düşmanın zamanlaması konusunda bu eşhası bilgilendirir.
İşte bir kez daha PKK’nın gündemini, stratejisini şıp diye gözünden tanıyıp bize ihbar ediyorlar. Tam da barış arifesinde, tam da Başbakan ABD’deyken, tam da Zana konuşmuş, Kılıçdaroğlu barışmışken; işte bu noktada bir ekran bulmuşlarsa gözler hafif kısılıp ses durumun ciddiyetini vurgulayacak tona ayar edilerek; manidar değil mi? 

Apaçık olanda imalar, sinsi hesaplar arayarak bütün savaşı bir provokasyon tezgâhı olarak gördüğünde nasıl bir barış ihtimali beliriyor ufukta?
Düşmanın her adımını manidar bulmak sana nasıl bir strateji ve moral bir üstünlük sağlıyor pekiyi?
Bu sorular beyhude elbet. Günü atlatma, en ufak bir risk almak zorunda kalmadan yorumuna racon katmanın bir yolu bu meşru ve zararsız klişelerden geçiyor. Sözün bittiği yerde sarsılıp, teröristin manidar saldırısından tiksinip, şiddetin her türüne karşı olmanın refahına sığınıp bir kariyer yapılabiliyor çünkü. Başkası tehlikeli.
Dolayısıyla bu zevat 15 kadın gerillanın baskında öldürülmesinin zamanlamasında bir sorun görmüyor. Kimyasal silahların kullanıldığı iddialarını soruşturmadığı gibi kullanılmalarını da manidar bulmuyor. ‘Roboski Katliamı’nın zamanlaması konusunda da bir itirazlarını işitmedik. Öğrencilerin, gazetecilerin topluca hapse atılma zamanlamasının bu saldırınınkiyle bir bağlantısı olabilir mi acaba? Van’ın bütün ilçeleriyle birlikte belediye başkanları apar topar tutuklanıp özlük hakları ellerinden alınırken de zamanlama casusları meşguldü besbelli. Yoksa barışa bu kadar yaklaşmış olduğumuza nasıl inanabilirler? Cezaevlerinde işkence altında yaşatılan, sokaklarda Kürtçe konuşuyor diye polislerce ailesinin önünde paramparça edilen Kürtlerden de haberleri yoktu belki de. Ya da bu olayları; Kürtlere reva görülen bu muameleyi yadırgamıyorlardı. En azından barış ihtimaline yönelik bir tehdit olarak görmüyorlardı. Daha geçen dönem milletvekili olan Fatma Kurtulan’ın cezaevinde çektiklerini anlattığı mektubu da okumamışlar besbelli. 

Öcalan’a uygulanan tecridin Kürtler üzerindeki etkileri de umurlarında değil.
Gerçekten barış isteyenlerin uyanıklık taslayacaklarına bakmayı, görmeyi, kimseyi taraf, kimseyi düşman görmeden herkese kulak vermeyi öğrenmesi gerekiyor. Seferberlik diliyle barış kuşluğu yapılmıyor çünkü. Kürtleri dışta bırakmaya can atarak barışa platform hazırlamaya çalışanlar ve onların gazetecileri fena halde yanılıyor. Hayatın zamanlamasıyla onlarınki birbirini tutmuyor. Hem klişelerle de hiçbir sınavdan geçilmiyor.