Mayınsız Bir Türkiye Girişimi’nin araştırmalarına göre; Türkiye’de her üç günde bir kişi mayın nedeniyle ya yaşamını yitiriyor veya sakat kalıyor. 2010 yılında, Türkiye’de mayın veya patlamamış askeri patlayıcılar nedeniyle 47 kişi yaşamını yitirdi, 95 kişi yaralandı. Ölenlerin 17’si sivil, 4’ü çocuk, yaralananların 15’i sivil, 25’i çocuktu.
Türkiye-Suriye-Irak sınırı arasında boylu boyunca uzanan, 510 kilometrelik bir mayınlı bölge bulunuyor. Devlet, 1950’li yıllarda, iki ülke arasında kaçakçılığı önlemek gerekçesiyle Mardin’de 49 bin dönüm, Şanlıurfa’da 55 bin dönüm, Hatay’da 36 bin dönüm, Gaziantep’te 15 bin dönüm, Kilis’te ise 34 bin dönüm araziyi kamulaştırarak sınıra mayın döşedi. Kendi yurttaşını öldürerek önlem almayı hedefleyen devlet anlayışına yabancı değiliz.
Geçenlerde gittiğimiz Suruç’un 25 yıldır kapalı olan Mürşitpınar sınır kapısında, çevresi tel örgülerle çevrili mayınlı arazilerin birer korku tarlası gibi uzayıp gittiğini gördük. Bu mayınlarda 60 yıl boyunca pek çok insanımız öldü, sakat kaldı. Sırf gündelik geçimi sağlamak için iki-üç kuruşluk mal getirmeye kalkışan yöre halkının çektiği acıları dinlediğinizde, devletin böyle yönetilmesine elbette ki öfke duyuyorsunuz.
PKK ile mücadele gerekçesiyle
Devlet, yalnızca sınırları mayınlamakla yetinmeyecek kadar ‘ehil’ yöneticilere sahip. PKK ile mücadele adı altında yıllardır bölgenin dört bir yanı mayınlandı. Mayın döşemek artık bir insanlık suçu sayılıyor. Döşenmiş mayınların sökülmesi, depolardaki mayınların imha edilmesi için insan hakları savunucuları mücadele ediyorlar.
‘Mayınsız Bir Türkiye Girişimi’nin koordinatörü Muteber Öğreten, Türkiye’de mayın mağdurlarının gerçek sayısının bile doğru dürüst bilinmediğini belirtti. Öğreten, devlete yapılan başvurularda bu konuda bir kayıt tutulmadığını açıkladı. Gazete haberlerinden derledikleri rakamları verebileceklerini söyledi... Yıllara göre rakamlar şöyle: 2005 yılında 22 çocuk, 60 sivil, toplam 168 kişi; 2006 yılında 31 çocuk, 11 sivil, toplam 220 kişi; 2007’de 10 çocuk, 30 sivil, toplam 145 kişi; 2008’de 11 çocuk, 27 sivil, toplam 222 kişi yaşamını yitirdi.
Mayınlı veya mayınlı olduğundan şüphe edilen alanların etrafı işaretlenmiyor. Olayların pek çoğu, bu alanlarda çocuklar oynarken, çobanlar hayvanları otlatırken, kadınlar bitki toplarken meydana geliyor.
Savunma Bakanı Gönül’ün yaklaşımı İstanbul Milletvekili Ufuk Uras, Meclis’te yaptığı konuşmada, izlenen siyasetleri eleştirmiş ve çok sayıda yurttaşın mağdur olması konusunda ne gibi önlemler alındığını Milli Savunma Bakanı’na sormuştu. Bakan Vecdi Gönül’ün Meclis’teki cevabı, bu konudaki genel ‘anlayış’ı çok güzel özetliyordu: “Bu geçen 65 yıl içerisinde mayınlı arazide hayatını kaybeden vatandaşlarımıza rahmet diliyorum. Sakat kalanlara en hissi bakımdan ne kadar üzüldüğümüzü belirtmek istiyorum ve bundan sonra inşallah bu gibi üzüntülere muhatap olmayız, diyorum.”
Savunma Bakanı, temennilerde bulunuyor... Peki, hükümet üzerine düşen görevi ne ölçüde yerine getiriyor?
Sivil toplum örgütlerinin, yayımladıkları bildiride, hükümeti imzaladığı sözleşmelere uymamakla eleştirdiklerini görüyoruz... Hükümet, bundan 7 yıl önce, 1 Mart 2004’te Ottowa Sözleşmesinde, stoklarında bulunan tüm mayınları imha edeceğini, 1 Mart 2014’e kadar toprağa döşeli olan tüm mayınları temizleyeceğini, 1 Mart 2004 tarihinden itibaren ise mayın kurbanlarının topluma yeniden kazandırılmasına yönelik programlar oluşturacağını taahhüt etmişti.
Türkiye bu yükümlülüklerinden yalnızca birini üç yıllık gecikmeyle yerine getirdi ve stoklarında bulunan 3 milyon mayını imha etti. Toprağa döşeli yaklaşık bir milyon mayın, yeni kurbanlarını bekliyor. Türkiye Sakatlar Derneği gibi birçok dernek, Ottowa Sözleşmesi’nin yürürlüğe girişinin 12. yılında hükümete yükümlülüklerini ve sözlerini hatırlatıyor. “2014 yılına kadar mayınları temizleyin” çağrısı yapılıyor.
Tabii önemli bir talep de mayın mağdurlarının yaşadıkları topluma ekonomik ve sosyal entegrasyonunun sağlanması...