Necmettin Erbakan, Demirel ve Ecevit’le birlikte bizim politikanın “kayıp kuşağı”nın üç önemli liderinden biriydi bence.

Üçü de zeki ve karizmatik adamlardı.

Üçü de gerçek sorunun ne olduğunu, nasıl bir rejimde yaşadığımızı, neyin değişmesi gerektiğini biliyorlardı.

Üçü de sorunun özüne dokunmamayı tercih etti.

Üçü de sistemi değiştirmek yerine, sistemin içinde yöneticilik yapmayı daha akıllıca buldu.

Sistemle değil birbirleriyle mücadele ettiler.

Üçü de büyük kitleleri peşlerine takabildikleri halde, o kitlelerin gücünü değişim için kullanamadıklarından “kalıcı” izler bırakamadılar.

Zekâları, hitabet güçleri, akılda kalıcı sözleri, bilgileri, polemikleriyle parlak birer yıldız olmalarına rağmen ne yazık ki hiçbir zaman Özal gibi sistemi ve tarihi değiştiren bir lider düzeyine erişemediler.

Üstelik üçü de, içten içe küçümsedikleri Turgut Özal’ın neler yaptığını, kitlelerin gücünü nasıl kullandığını, devletin yapısını nasıl değiştirdiğini, bu değişimi yaparken sistemi nasıl gerilettiğini gördükleri, bunun yapılabileceğine tanık oldukları halde politikalarını değiştirmediler.

Üçü de, Özal’dan sonra yeniden iktidara geldiler ama Özal’ın yolundan gitmediler.

Demirel, 28 Şubat’ın başına geçmeyi, Ecevit 28 Şubat’la dövüşmemeyi, Erbakan 28 Şubat’a boyun eğmeyi seçti.

Tarihin kendilerine sunduğu fırsatı, “günün” sıradan ve basit gerçeklerini gereğinden fazla önemseyerek geri çevirdiler.

Unutulmaz olabilirlerdi.

İstemediler.

Korkarım, bizim kuşağın da dünyayı terk etmesinden sonra onların adını hatırlayan çok fazla insan kalmayacak.

Kalabalıkları böylesine etkileyebilen karizmatik liderlerin “tarihe geçmek” gibi bir ihtirasları olacağını sanıyor insan ama çok azında böyle görkemli bir arzu ortaya çıkıyor.

Politikanın günlük kavgalarının sıcaklığı, onların büyük ihtiraslar beslemesine engel oluyor, bir başbakanlık ya da cumhurbaşkanlığı koltuğu, “kalıcılık” isteğini eritiveriyor.

Doğru yerde, doğru zamanda, doğru adımı atarak hem ülkelerinin hem kendilerinin kaderini değiştirebilecekken, korku ya da kurnazlık o adımı atmalarını engelliyor.

Aydınlar günü değiştirmek ister, politikacılar günü kullanmak ister, büyük liderler ise günü kullanarak günü değiştirmeyi başarırlar.

Büyük liderler, günün koşullarının farkına varırlar, bunu tümüyle reddetmezler ama bu koşulları gereği gibi değerlendirerek yeni koşullar yaratırlar.

Bu, günü anlayacak bir zekâ, geleceği görecek bir vizyon, günün içinde geleceği yaratacak bir yetenek ve cesaret gerektirir.

Bir döneme damga vurmuş bu üç liderden birini daha uğurladığımız bugün belki bazı politikacılar onların hayatlarından kendilerine bir ders çıkartırlar.

Çıkartmaları da gerekir çünkü büyük dönüm noktalarından birini geçiyoruz.

Önümüzde bir seçim var.

“Seçim” günün gerçeği ve bütün politikacılar bu gerçeği fark etmek zorunda.

Ama bu seçim, aynı zamanda ülkenin geleceğini belirleyecek yeni bir anayasanın da kapısını açacağı için yalnızca bugünün değil geleceğin de gerçeği.

Bazı politikacılar, bu seçimi yalnızca bugünün koşullarında kazanılacak bir yarış olarak görürken, aralarından bazıları da bu seçimden kendine ve ülkeye yeni bir gelecek yapacak.

Bugünü geleceğe dönüştürebilmek için özellikle Kürt sorununun çözümü için kalıcı bir formül bulunması gerekiyor.

Kılıçdaroğlu böyle bir sorun yokmuş gibi davranıyor, Erdoğan sorunun farkında ama ateşkesin ve referandum desteğinin kendisine sunduğu fırsatı kullanmakta çok tereddütlü, BDP ise gerginliğin seçimi kazanmasında önemli bir rol oynayacağını düşünerek Kürt halkının önemli bir bölümünü de tedirgin eden bir sertliği tercih ediyor.

Üçünün de şu andaki politikalarından barışı ve huzuru getirecek bir sonuç çıkmaz.

Aralarından biri, arkasındaki kitlenin gücünü sadece bu seçimi kazanmak için değil, o seçimden sonra yeni bir ülke yaratmak için harekete geçirebilse, sandığı “büyük değişimin” motoru olarak kullanabilse, barışın koşullarını barış içinde yaratabilse, hem insanını, hem ülkeyi, hem de kendini geleceğe taşıyacak.

Ama şu anda geleceği değil yalnızca seçimi düşünür gibiler.

Erbakan da, Demirel de, Ecevit de parlak zaferler kazandılar.

Bugünkü politikacılar da şu ya da bu şekilde bir başarı kazanabilirler.

Böyle günlük başarılar ne ülkeye yeter, ne de bu politikacıları “unutulmaz” kılmaya.

Üç parlak politikacı “günün esiri” olarak tam bir “kayıp kuşak” olarak geçti hayatımızdan.

Yeni bir kuşağın daha onların peşinden gittiğini görmek üzücü olacak.

Gene de çok karamsar olmamak lazım, gözleri günün ışıklarıyla kamaşmış bu politikacı kalabalığına rağmen her zaman tarihi değiştirecek biri çıkıyor.

Ya bugün adlarını bildiklerimiz arasından ya da adını henüz duymadığımız biri geleceği yaratacak adımı atacak, başkaları unutulurken unutulmamayı ve ülkeyi değiştirmeyi başaracaktır.