Tarlalarında sadece birkaç şebnem bırakarak, sıyrılıp gidiyorum. Sonsuzluğa ama boşluğa değil. Gizemli sessizliğime çekiliyorum. Üstünde gezinirken ve kuytularını keşfederken, yerle bir olmuştu cihan, uyudun gerçi, uyanamadın, ama sen mahmurken bile ben ruhunu öpmeyi sürdürüyorum. İçinde nefessiz kaldığın o sis gibiyim. Uzak kalmadıkça, yaklaşamazdın. Şehla kuşkularına inandın da, senin içine girip çıkmadıkça, anlayamazdın...

Kuşlar uçuyor bir bir, yetişemiyorum kendi avuçlarıma, kıvrılmış ve korkmuş. Susmam, istememdendir. Hazırsan, söylemeliydin. Yerdeki nimetler ve göğümdeki acılarla, nasıl dengede kalınır? Her evresinde upuzun nehirler geçtiğim, ormanlar büyüttüğüm ve sonra yakıp kül ettiğim bu masala, söyle, nasıl inanılır? Bırak beni, yazıp durmayı sürdüreceğim, kendi kalıbımda eriyeceğim, biri uyandırana dek...

Sevdiğimiz bir masaldaki iki kahraman gibiyiz, en çok. Şems güneşin adı mıydı, yoksa yüzünde açılıp kalan menevişler mi? Telaşımı matem mi sandın yahut hüzün mü? Gün doğdu, gün battı, kitap bitmedi. Notlar düşüldü sayfama, diplere gelindi, yaylar gerildi. Anın levhaları karıncalandı, başka hayatlar istiyor, hepsinin içinde ayrı bir sen. Savaş, barış ve huzur, sanki hepsi aynı yanaktaydı ya, bir sen eksiktin ay ışığı...