Korkunç bir süreç hızla ilerliyor. İktidar geleceğinin garantisi olarak savaşı derinleştirmeyi tek yol olarak görüyor. İnsanlığa karşı suçlara, savaş suçlarına iştahla sarılıyor. Şu anda Anayasa Mahkemesi’nin gündeminde olan ‘İç güvenlik yasası’ ile zaten yasama eliyle fiili rejim darbesi gerçekleşmişti. Kadük olan kuvvetler ayrılığı statüsü de fiilen kaldırılmış, tüm erkler yürütmede toplanmıştı. Vicdanı olan herkes, iktidar aklına esir olmamış herkes kabul eder ki, bugün derinleşen savaşın asıl sorumlusu iktidarın ta kendisidir. Savaş koşullarında gece kondu bir erken seçimle, seçmen iradesinin gaspı sağlanarak kalıcı bir tiranlık yaratılmak isteniyor.

90’lara mı dönüyoruz deniyor. Kuşkusuz yargısız infazlarla, onu aşkın özel güvenlik bölgeleriyle yani fiili OHAL’lerle 90’lar adeta hortlatılıyor. Lakin durum 90’lardan da öte 1933-1934’ü, Hitler’in ilk iktidar yıllarını daha çok andırıyor. Hitler rejimi lümpen, nasyonal, faşist bir rejimdi. Wilhelm Reich ‘faşizmin kitle psikolojisi’ kitabında bunu çok güzel izah eder. 1990’lar ve Kemalist iktidarlar sürecinde de, Türkiye’de egemen olan rejimler esas olarak, kısmen cüzi miktarda moderniteye bulaşmış ırkçı ve baskıcı rejimlerdi. O süreçlerde de milliyetçilik ve vatanseverlik kisvesi altında yapılan saldırılarda sık sık lümpenlik görülmedi değil. Ama bir yandan da batılılaşma ve çağdaşlaşma ritüelleri kullanılıyordu. Lakin bugünkü rejimin esas mayası; lümpen milliyetçilik artı IŞİD zihniyetli bir Ortadoğu’ya özgü faşizm türü. Nefret söylemleriyle, nefret suçlarıyla, lümpence işlenen insanlığa karşı suçlarla bezenmiş katliamlarla. İşkence yapılarak canice katledilen bir kadın gerillanın çıplak cesedi etrafında; düğünde, şölende eğlenir gibi özel tim elemanları silahlarıyla fotoğraf çektirebiliyorlar. Bunlara bu kini, bu lümpen soysuzluğu hangi iktidar aklı vermiştir? Vali bu insanlık dışı canavarlığı işleyenler hakkında derhal soruşturma açması gerekirken, rezaletin yayınlanmasını eleştiriyor. AKP’nin kadın milletvekilleri acaba ne düşünüyorlar? Koşa koşa milletvekilliği uğruna AKP’nin kollarına atılan soldan kaçkınlar acaba ne düşünüyorlar? 2007’de Birgün gazetesine verdiği röportajda sınır ötesi hareketi eleştiren; “kapsamlı bir kara hareketi her şeyden önce Kürtlerin ve Türklerin ulusal psikolojilerini akıl dışı milliyetçi tercihler ve benimsemeler yönünde arttırır. Özgürlüklerin ve hak kullanmanın alanı daralacaktır” (21.10.2007 Birgün Gazetesi) diyen Orhan Miroğlu ne düşünüyor?

Ağrı’nın Giyadin (Diyadin) ilçesinde 16 yaşında Orhan Aslan’ın, 15 yaşındaki Muhammet Aydemir’in özel timler tarafından infaz edilip sonra da bu çocuklara gerilla elbisesi giydirilmesi, IŞİD çetesince katledilenlerin cenazelerinin günlerce verilmemesi 90’ları aratmayan uygulamalar. 90’larda da gerilla cesetlerine işkence yapılıyor, gözler oyuluyor, cinsel organlar kesiliyor, hatta uçaklardan atılmalar yaşanıyordu. Kaçırılan insan hakları savunucularının bedenlerinin yakıldığı, boyunlarının kırıldığı unutulmadı. Lakin o dönem mevzuata göre geçici olduğu vurgulanan OHAL bugün o dönemden de farklı olarak kalıcı hale getirildi.

SAVAŞ SUÇUNUN UNSURLARI VAR

Bilindiği gibi sınır ötesi harekatta Zergele’de sivillerin hedef alındığını, ölen ve yaralananların PKK ile ilişkisi olmadığını bölgede inceleme yapan Uluslararası Af Örgütü kıdemli kriz danışmanı Lama Fakih açıkladı. Fakih, “Kandil’e yönelik son saldırılar hiçbir askeri hedefin mevcut görülmediği bir bölgedeki sakinleri öldürdü. Sakatladı ve yerlerinden etti, evleri yıktı ve dehşete düşmelerine yol açtı” dedi. Çok teknik ayrıntılara girmeden birçok yazımızda olduğu gibi bir kez daha belirtelim ki; gerek Nürnberg statüsünde, gerek Cenevre sözleşmelerinde, gerek BM Konvansiyonunda ve Roma Statüsünde savaş suçunun unsurları net olarak belirtilmiştir. Şöyle ki; Nürnberg statüsüne göre kasten öldürme, kötü muamele, rehinelerin öldürülmesi, askeri gereklilik olmadan sivil yerleşimlerin yakılıp yıkılması, Cenevre sözleşmesine göre; sınırsız ve gereksiz kayıplara yol açacak savaş araç ve yöntemlerinin kullanılması, sivil halkın yaşaması için vazgeçilmez maddelerin imha edilmesi, BM konvansiyonuna göre; sivil nüfus için vazgeçilmez olan şeylere saldırılması, yok edilmesi, el konması veya onların kullanılmaz hale getirilmesi vs. Şu anda da bu ihlallerin tümü yapılıyor.

TEMEL KURAL ‘İSTİSNA HALİ KURAMI’

Erdoğan; “Türkiye’de fiili olarak rejim değişmiştir, bunu yasal çerçeveye kavuşturmak gerekir” dedi. Aslında bu bir itiraftır. Anayasa’nın ihlal edildiğinin, kadük kuvvetler ayrılığının rafa kaldırıldığının, fiilen plebisiter diktatörlüğe gidildiğinin en yetkili ağızdan itirafıdır. Şimdi buna anayasal kılıf talep ediliyor. Aslında zaten uzun süredir özellikle son beş yılda Carl Schmit’tin 1921’de ortaya attığı ‘istisna hali kuramı’ temel kural haline geldi. Bu kurala Cumhuriyet tarihi hep aşinadır. Demirel de bir zamanlar devlet rutin dışına çıkabilir demişti. Bu kurala göre istisna halinde devlet, tüm varlığını; gücünü, onu var eden her şeyi sınırsız ve kayıtsızca kullanabilme olanağına kavuşur ve böylece diktatörlük vücuda gelir. Schmitt bunu ‘egemen olağanüstü hale (istisna haline) karar verendir’ demişti. Erdoğan bu istisna halini zaten torba yasalarla temel kural haline getirdi. Şimdi bunun anayasal kılıfını istiyor. Tek başına egemen olma iştahı o kadar geniş ki Carl Schmitt’in istisna anlayışı da ona kafi gelmiyor.

“DERDİMİZ İSLAM”

Tüm tek başına egemen olmak isteyenler; gündelik hayatı, adım adım hayallerindeki dünyaya uygun hale getirmek isterler. Nitekim daha birkaç gün önce ‘bizim derdimiz İslam, İslam, İslam’ demişti. Meşruiyetini askeri vesayetin ilgası ve iktidarın sivilleşmesi üzerine inşa ediyor görünen AKP ‘ustalık’ dönemiyle birlikte rejimin sivilleşmesinden ne anladığını gösterdi. Lümpen milliyetçilik ve IŞİD zihniyeti soslu sivil polis devleti. Etik kaygıdan uzak, rüzgara göre yön değiştiren, ilkesiz ve fikirsiz, Sünni-Hanefi destekli pragmatizm eşliğinde.

Bu çılgın gidişat yeni bir militer darbeyi de gündeme getirebilir. ABD ve batı artık Erdoğan’dan kurtulmak istiyor. İran’la barıştılar. Esad’ın gitmesi diye bir problem kalmadı. İsrail ile uzlaşma ve IŞİD benzeri kökten dinci çetelerle daha aktif mücadele isteniyor. Tek başına egemen olma aklı hep önünü görememe akılsızlığını da tarih boyunca beraberinde getirmiştir. Kuşkusuz AKP politikalarının yol açacağı böyle olası bir felaketten ne yazık ki tüm darbelerde olduğu gibi yine en çok emekçi sınıflar, azınlıklar, sol ve Kürt muhalefeti mağdur olur. AKP’nin ve tek söz sahibi egemenlerinin; “Dünya diktatörlükler ve sonları tarihi”ni iyi okumaları gerek.

Bir an önce devam eden savaşa son verilmeli. Silahlar susmalı. Artık, ‘şehitler ölmez vatan bölünmez’ aldatmacasına yanlış politikaların kurbanı olan asker ve polis yakınları dahi giderek artan bir şekilde inanmıyor. Bu durum 90’lardan farklı olarak barış mücadelesi için avantajlı bir durum. Bu acılı aileler kendi öz acı deneyleriyle insanlığa ve insan yaşamına yapılan en büyük ihanetin; ‘milliyetçilik ve vatanseverlik’ kavramına sığınan politikalar olduğunu anlamaya başladılar.

Hasan Cemal’in bir röportajda vurguladığı gibi; (03.10.2011 Taraf gazetesi) PKK Baader- Meinhof değil, Kızıl Tugaylar da değildir. PKK toplumun içindedir. Kuzey İrlanda’da önce siyasi parti Sinn Fein kuruldu. Sonra onlar IRA’yı kurdular. Burada öncelik PKK’dir. Önce o kuruldu. Devlet bu realiteyi dikkate almalı ve kalıcı bir ateşkes sağlanmalıdır. Gerçek barışı esas sağlayacak olan sadece silahların susması değil, daha da önemlisi demokratik çözümlerin gündeme gelmesi olduğu zarureti görülmelidir.

Başta HDP olmak üzere tüm özgürlükçü muhalefet her türlü olasılığa karşı inanıyoruz ki sabırla, dikkatle, önemli hatalar yapmadan, esas olarak barış dilini kullanarak barış mücadelesini hızlandıracak, ‘sana savaş da yaptırtmayacağız’ sözünü ete kemiğe büründürecektir.

Savaş ortamında sağlıklı bir seçim olabilir mi? Kuşkulu. Ama tüm engellere rağmen barış ve özgürlük hattının her şeye rağmen engelleri aşacağına inancımızı yitirmeden kan üzerinden üretilen politikalara engel olunmalı, son verilmeli.

Cemal Süreyya ne diyor ‘Kan var bütün kelimelerin altında’ şiirinde:

                “…..Umulmadık bir gün olabilir bugün,

                Aslan kardeşçe uzanabilir kayalıklara.

                Bir çay söyle yağmurların kokusunda.

                Kan var bütün kelimelerin altında.

                İşte durup dururken şurada,

                Bir yelpaze gibi açıldı sesin,

                Gözün en gürültülü kanadında,

                Göğün en ince dalında.”