Ahmet Türk, Aysel Tuğluk, Gültan Kışanak, Sezgin Tanrıkulu gibi önde gelen Kürt isimlerinin konuşmacı olduğu, Barış Girişimi’nin düzenlediği uluslararası konferansta konuşan işadamı İshak Alaton, ilginç ve cesur saptamalarda bulundu: “Kürtleri teskin edecekse Abdullah Öcalan ev hapsi konumuna geçirilebilir, parlamentonun bu seçeneğe toplumu hazırlaması gerekir. Bölünme vehminin tedavisi için Kürtlere ayrılmak isteyip istemedikleri sorulmalıdır.”
Alaton’dan sonra söz alan ve konuşmasını Kürtçe yapan Leyla Zana ise aynı sorunun Türklere de sorulması gerektiğine dikkat çekti. Sonuç olarak ‘bölünme fobisi’nin aşılabilmesinin koşullarından birinin, belki de Alaton ve Zana’nın üzerinde durduğu gibi referanduma başvurmak olabileceği söylenebilir.
Kürt sorununun çözümüne ilişkin projeler gündeme geldiğinde öne çıkan ana refleks ‘bölünme’ kaygısıdır. Bu nedenle Kürtler, Türklerle birlikte mi yaşamak istiyorlar, yoksa ayrılmak mı istiyorlar, bunun net olarak bilinmesi belki kamuoyunu rahatlatabilir. 

Ağırlık kazanan eğilim
Tabii bu noktada Türkler tarafından gündeme gelecek itirazları da tahmin edebiliyoruz. Kürtlerin anadil hakkı dahil birçok temel taleplerinin Türk kamuoyunda tam anlamıyla ‘algılanabildiğini’ söylemek hâlâ imkânsız. Hatta, Türk kamuoyunda, “Bu tarz taleplerde bulunmakta ısrar edeceklerse ayrılsınlar daha iyi” şeklinde özetlenebilecek bir eğilim, alttan alta ağırlık kazanıyor.
‘Barışı Kurmak’ konferansında, çok sayıda yabancı uzman da çatışmaların barışçı çözümü konusunda kendi ülkelerinde yaşanan deneyimleri aktardı. Konferansın düzenleyicilerinden Oya Baydar, “Neredeyse 30 yıldır süren ve on binlerce cana mal olan bir savaş hali öyle bir noktaya geldi ki bir eşikteyiz. Bu eşiği atlatabilmemiz için hep birlikte barış yoluna taşlar koymamız gerekiyor. Küçücük bir taş da bizden olsun istedik” dedi.
“Bölünme vehmini tedavi edelim” diyen İshak Alaton, şu değerlendirmeleri de yaptı:
“Şiddetin başlangıcı kabul edilen 1984’ten bu yana çok gelişme oldu. Artık Irak’ta Saddam yok, federal bir Kürt devleti kuruldu, bugünkü cumhurbaşkanı bir Kürt, Celal Talabani. Biz ise hâlâ şartlar hiç değişmemiş gibi davranıyoruz, dünde yaşamaya devam ediyoruz. Kürtleri teskin edecekse Öcalan ev hapsi konumuna geçirilebilir. Parlamentonun toplumu buna hazırlaması gerekiyor.” 

Öcalan’ın rolü
Leyla Zana, Diyarbakır’dan gelmişti. Daha düne kadar kendi dillerini konuşmaktan, kendi giysileriyle dolaşmaktan utandıklarını söyledi: “Türk halkının elbiselerini giymeyen insanlar, kendi giydiği kıyafetlerden utanıyorlar, sokağa çıkamıyor, doktora gidemiyorlardı, alışveriş yapamıyorlardı. Acılarını doktora söyleyemiyor, mahkemede hakkını savunamıyordu. Bugün de bu sorun yaşanıyor. Toplumu öyle bir noktaya getirdiler ki toplum kendinden utanır hale geldi. İnanıyorum ki bütün ulusal halklar, azınlıklar bu sorunu yaşadılar, özgüvenlerini kaybettiler. Bu nedenle insanların fikirsel olarak da bir üretimi olamadı.”
İshak Alaton ve Leyla Zana’nın art arda yaptığı konuşmalar, alınmış olan mesafeyi çarpıcı bir şekilde ortaya koydu. Alaton’un, işadamı kimliğiyle, birçok insanın düşünüp de söyleyemediği şeyleri dile getirerek tabu kırıcı bir tutum sergilediğine (ve örneğin ‘Sermaye sınır tanımaz’ gibi tepkilerden çekinmediğine) tanık olduk.
Leyla Zana, Öcalan ve PKK dahil olmak üzere çeşitli aktörlerin Kürt mücadelesindeki konumunu ve ağırlığını anlatmaya, Kürt kamuoyundaki endişeleri ve talepleri aktarmaya da çalıştı. (Türk kamuoyunca üzerinde düşünülmesi bile tehlikeli olarak algılanan sularda dolaşan Zana’nın “Öcalan olmasaydı...” diye başlayan değerlendirmesi yalnızca ona ait bir değerlendirme değildi...)
‘Barışı Kurmak’ konferansı, gerçekten de, orijinal konuşmalara sahne oluyor... Kürt sorununun ‘daha cesur değerlendirmeler dönemi’ olarak tanımlanabilecek bir döneme girdiğini artık söyleyebiliriz.