Kendisinde aşağılık kompleksi olanlar, genelde kendilerini üstün ve hatta ulaşılmaz göstererek bu komplekslerini gizlemeye çalışırlar.

Türkiye de endişeli modern ya da statükonun kibirli mensupları dediğimiz statükodan beslenen elit kesimle ilgili ünlü sosyolog Pr.Dr Nur Vergin’ in önemli bir tespiti var. “Muhafazakar kesimde özgüven sorunu yok. Elit sınıf, aşağılık kompleksi içinde, özgüveni yok.”

O, her koşulda kendisini devletin biricik sahibi sanan, lutfedip ara sıra halka inmeyi de düşünen, kendi dogmaları dışında tüm görüşlere beynini kapatmış bu kesimin tepkilerini görür gibi oluyorum.

Son günlerde tüm kamuoyunun tepkisini çeken gazeteci tutuklanmaları ve en son Ahmet Şık’ ın hazırladığı, henüz basılmamış kitaba ilişkin yapılan operasyonu kabul etmek, elbette mümkün değil.

Ancak, ordu içerisinden birilerinin PKK ya ilaç sattığıyla ilgili bilgiler wikileaks belgelerinde yer almışken buna ilişkin en küçük bir tepki verilmemesi, o anlı şanlı fikir özgürlüğü savunucusu basında tek kelime bu konuyla ilgili haber bulunmamasını da kabul etmek mümkün değil.

Aynı şekilde gazetecilerin muhalif fikirlerinden dolayı yargılandıkları iddiasıyla tepki gösteren İstanbul Barosunun, o koskoca hukukçularının, aynı biçimde ve üstelik de çok yaratıcı bir eylemle fikirlerini açıklayan, bunu bir pankartla kamuoyuyla paylaşan Genç Sivillere yaptıkları fiziki saldırıya da tepki göstermek gerekmiyor mu?

Daha ilk günden Genel Başkanının “kaya gibi yalçın” diye arka çıktığı gazetecinin yönettiği kurumda, CHP nin içini karıştırmak için komplolar hazırlandığı ortaya çıkmışken, Kılıçdaroğlu için yazılan bir kitabın da yine CHP tarafından yapılan başvuruyla toplatıldığı gerçeğine karşı niye en küçük bir tepki verilmez.

Yanlış, herkes için yanlıştır. Eğer karşı çıkılacaksa, kim yaparsa yapsın, karşı çıkmak gerekir.

Demokrasilerde çifte standart uygulayanların demokratlığına kimse inanmaz. Toplumda güven uyandırmayan, halkına inanmayanların iktidar olma şansı yoktur.

Şu an ki, mevcut oyuyla iktidar olması mümkün olmayan CHP nin, daha özgürlükçü, daha demokratik söylem ve politikalarla toplumun çoğunluğunu kazanmak için çaba göstermesi gerekirken; parti içerisindeki statükocuların, darbecilere selam gönderen, karanlık odaklarla ilişkileri ortaya çıkar korkusuyla değişime direnen gericilerin etkisiyle, partiyi geniş halk yığınlarından uzaklaştırmaya, soğutmaya hakkı var mıdır?

Bu tür çelişkili tutumların, yaklaşan seçimler öncesi CHP ye zarar vereceğini görüp eleştirmemek, CHP ye daha büyük zarar vermez mi?

Ergenekon sanıklarını meclise taşımak yerine, örgüte yıllarca emek vermiş insanların listelerde yer almasını isteyenlere düşman gözüyle bakanlar asıl, CHP ye kötülük yapmış olmuyorlar mı?

Yeni, çağdaş, sivil bir anayasa yapılması konusunda siyasi partiler kadar, toplumun farklı kesimlerini temsil eden kurum ve kuruluşların etkin biçimde çaba göstermeleri gerekiyor.

Ancak görünen o ki, hem iktidar partisi AKP, hem de parlamentoda grubu bulunan muhalefet partileri bu duruma pek sıcak bakmıyorlar.

TÜSİAD’ ın geniş bir akademisyen kadrosuna hazırlattığı anayasa çalışmalarına verilen tepkilerden bunu anlamak mümk ün.

“Biz siyasiler dururken, onlar da kim oluyor, anayasa konusunda çalışma yapıyorlar.” Anlamına gelen çıkışlar, anlaşılan TUSİAD yönetimini de ürküttü ki, “bu rapor, TUSİAD’ın resmi görüşü değildir.” Biçiminde açıklama yaptılar.

Bir yandan PKK ile savaşan, öte yandan içinden bazıları PKK ya ilaç satan bir ordu; bir yanda toplu mezarlar, darbe planları, faili meçhuller, çarşaf çarşaf itiraflar; öte yanda Ergenekon’u, vesayetçi sistemi, darbeleri savunanlar….

Bir yanda Hasena Kadının, Berfo ananın çığlıkları, öte yanda “yok böyle bir örgüt, Ergenekon da nereden çıktı, tüm bu belgeler uydurma” diyebilecek kadar aklı tutulmuş laikçiler……….

Bütün bu yaşananlara karşı, ön yargılarımızı bir kenara koyup, farklı kaynaklardan bilgilenerek, etrafımızda gelişen olayları daha objektif bir göz ve daha sorgulayıcı bir akılla değerlendirmek bu kadar mı zor?

Kendimiz gibi düşünmeyenleri düşman gibi görmek yerine, anlamaya çalışmak; empati yaparak, karşımızdaki insanlara karşı hoşgörü sınırlarını zorlamak, konuşabilir noktada durabilmek, birbirimize tahammül gösterebilmek, çok zor olmasa gerek.

Birazcık kendimizi zorlayıp, barış içinde, bir arada yaşayabilmenin, birbirimizi anlayabilmenin koşullarını oluşturmak yerine; komplekslerimize yenik düşerek, hem kendimize, hem çevremize yaşamı çekilmez hale getirmeye ne hakkımız var?

İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özellik, düşünüyor ve düşüncelerini değişen zaman ve koşullara göre değiştirebiliyor, olmasıdır.

Ama özellikle de elit kesimde var olan, aşağılık kompleksinden kaynaklı ;kendini üstün görme, kendisi gibi olmayanları aşağılama, öteleme anlayışından kurtulunmadan, toplumsal barışın sağlanması çok zor görünüyor.

Oysa, çevremizde diktatörlüklerin birer birer yıkıldığı, küresel sermayenin hammadde yerine gelişen teknolojiyi satın alacak halka daha çok değer ve önem verdiği bir dönemde ;barışa, sevgiye, hoşgörüye o kadar çok ihtiyacımız var ki!..