International Crisis Group (ICG) dünyadaki kriz çözümleri üstüne çalışan bir sivil toplum örgütü olarak yaklaşık iki hafta önce Türkiye ve PKK üzerine bir rapor hazırladı. Geçen hafta da Ankara’da birok düşünce kuruluşunun ve diplomatın bulunduğu bir toplantıda bu raporu sundu. ICG’nin Türkiye sorumlusu ve söz konusu raporun ana hazırlayıcısı Hugh Pope ile dün öğlen yemeği yedim.

Yepyeni ve hiç söylenmemiş şeyler değil ama aklıselim sahibi, akla yatkın önerileri var. Zaten Ankara’da onu dinleyenler de bu bakımdan hemfikir olmuş: Evet, yapılması gereken bunlar! Dört maddede özetleyebiliriz. BİR: Seçim barajı düşürülecek. İKİ: Anadilde eğitim hakkı verilecek. ÜÇ: Anayasada eşit vatandaşlık tanımına halel getiren maddeler temizlenecek. DÖRT: Yerel yönetimler güçlendirilecek.

Pope ve ekibi, bu rapor için PKK, BDP, AKP, CHP, MHP ve Avrupa’daki müzakereciler dahil 50’den fazla kişiyle görüşmüş.

* * *

Bu görüşmelerle ilgili fark ettiği temel bir dil problemi var: “Ankara, PKK’yı şeytanlaştırmak adına terör ve terörizm kelimelerinin dışına çıkmamaya özel ihtimam gösteriyor. Ki bu, diyaloğun önünü fena halde tıkıyor. Bir bölgeye ‘terör bölgesi’ demek bile orada yaşayan insanlar açısından son derece aşağılayıcı. Herkesi terörist başlığı altına alırsanız, gidebileceğiniz bir yol da yoktur. Öte yandan PKK’nın da terör kelimesiyle ilgili problemi var. Onlar da yaptıkları hiçbir eylemi terör olarak tanımlamıyor. Ki bu da doğru değil ve konuşma zeminini yokuşa sürüyor.”

Pope’a göre şu aşamada PKK’yla müzakere masasına oturmanın bir anlamı yok. Sebebini şöyle açıklıyor: “Raporda belirttiğimiz bu dört madde PKK’yla müzakere edilmez. Bir siyasi paket olarak açıklanır ve sadece Kürtler için değil, Türkiye için hayata geçirilir. Şu anda seçmeli dersi hayata geçirdik ama 5 yıl içerisinde anadilde eğitim verebilecek okul ve öğretmen sistemini kuracağım şeklinde taahhütte bulunursun. Seçim barajını hemen düşürürsün. Yeni anayasayı eşit vatandaşlık ilkelerine göre düzenlersin. Ve yerel yönetimlerin nasıl güçleneceğini ciddi araştırmalarla destekler, şeffaf biçimde kamuoyunda tartışırsın. Bunları yaptıktan sonra Kürtler ve PKK nezdinde yitirdiğin güveni tazelemiş olursun. Ve işte o zaman PKK’yla müzakere edersin. Dağdakilerin nasıl ineceğini, silahsızlanma sürecinin nasıl işleyeceğini. PKK’yla konuşulacak konular bunlardır.”

Pope, Oslo sürecini ‘iyi tasarlanmamış, aceleci ve kirli’ buluyor: “Kürt haklarıyla ve Türkiye’yle ilgili herhangi bir reform yapılmadan PKK’yla bir protokol imzalamaya girişmek hataydı. Çünkü Kürt tarafı samimi biçimde çözüme yaklaşıldığını düşündü. Fakat Türkiye ve politik sistem iyi hazırlanmamıştı. Dolayısıyla süreç akamete uğradı ve bu da Kürt tarafında ciddi bir güvensizliğe yol açtı.”

Rapor için yabancı bir gazeteci Kandil’e giden bir ‘ziyaretçi’yle röportaj yapmış. Ziyaretçinin aktardığı anekdot şöyle: “Kandil’de bu işi bitirmek ve dağdan inmek konusunda ciddi bir istek var. O yüzden Oslo sürecini desteklemişlerdi. Fakat hayal kırıklığına uğradılar. Ve çözümün bu şekilde gelmeyeceğini düşündükleri için yeniden savaşmaya hazırlandılar. Fakat çok uzun süredir dağda olduklarından bir tür zaman kırılması yaşıyorlar. Onlara adamlarıyla nasıl iletişim kurduklarını, Blackberry mesajlaşma sistemini kullanıp kullanmadıklarını sordum. Suratıma ifadesiz baktılar. Blackberry’niz var mı peki deyince evet var ama şu anda böğürtlen mevsiminde değiliz dediler.” Bu anekdotun PKK’nın dünyadan ve zamandan kopuk olduğuna kanıt sayılabileceğini düşünmüyorum. Ayrıca kimin kimle dalga geçtiğini de net olarak anlayamadım.

Neyse...

* * *

İşin özü şu... Başbakan Erdoğan’ın zamanında Esad’a söylediği gibi reform yapmak için şiddetin dinmesini beklememelisiniz. Ve bir halka haklarını ‘salam taktiğiyle’ veremezsiniz. Salam taktiğini Pope şöyle açıklıyor: “Bugün AKP’nin Kürt meselesiyle ilgili yaptım dediği birçok reform çok geç ve çok küçük adımlar olarak kaldı. Haklar, bir salamı dilimler gibi taksit taksit verilmemeli.”