Güzel günler gördük.

Mutlu ve umutlu günler.

Ama güzel günler bitti ne yazık ki.

İş gene geldi dayandı La Fontaine’in “karıncayla ağustosböceği” hikâyesine.

Yaşadıklarımız “ağustosböceğinin yazı” gibi geride kaldı, “kış” kapıya dayandı ve bir de baktık ki biz “o güzel günlerde” bir şey biriktirmemişiz.

Dünyadaki kriz şimdi bize geliyor.

Büyüme ve zenginleşme hızımız sert bir şekilde düşüyor.

Ve AKP iktidarı boyunca galiba ilk kez “ekonomiyi” böyle canhıraş biçimde tartışıyoruz.

Üstelik tartışma medyada değil hükümette başladı.

Hükümetin ekonomiyle ilgili bakanları, ne yapılması gerektiği konusunda birbirinin taban tabana zıddı görüşleri savunuyorlar.

Anlaşılıyor ki hükümetin kriz için bir hazırlığı, planı, programı yok.

Temelde iki görüş çarpışıyor.

Bir görüş diyor ki “harcamaları kısmayalım, büyümeyi sürdürelim, büyüme için gerekli parayı dışarıdan bulabiliriz, büyümezsek krize gireriz”.

İkinci görüş de diyor ki, “hızlı büyümeyi sürdürürsek bütçe açık verir, harcamalarımız gelirlerimizi fazlasıyla geçer ve bütün denge bozulur, krize gireriz”.

İki görüş de diğerini “ciddi bir kriz” tehlikesini vurgulayarak eleştiriyor.

AKP’nin en büyük başarısı “bütçe açığını” kapatmak ve çok disiplinli davranmak olmuştu, şimdi büyük bir bütçe açığıyla karşı karşıyayız.

Açığı kapatabilmek için de hem büyümeyi durduruyorlar, hem de zam yapıyorlar.

Seçimler yaklaşırken bir hükümetin asla istemeyeceği bir durum bu.

Ama bunu yapmazlarsa tepetaklak olup seçimlere bütçe açıkları ve patlayan enflasyonla girme ihtimali var ki o da bir hükümetin isteyeceği bir iş değil.

Ne yapılırsa yapılsın mutlaka toplumdan hoşnutsuz sesler çıkacak.

Zaten de “kriz”, çözümü kolay olmayan, her çözümün bir bedel getirdiği durum demek.

Bir açmaza doğru giriyoruz.

Bunun sonucunda kaçınılmaz olarak ekonomi toplumun tartışma gündeminde üst sıralara tırmanıyor.

Böyle bir açmaza girmemizin en önemli nedenlerinden biri “güzel günlerde” yapısal reformları yapmamış olmak, ülke ekonomisinin yapısını temelden değiştirmemek.

Türkiye büyümek zorunda olan bir ülke.

Ama o büyümeyi ve zenginleşmeyi hak edecek kadar çalışıp zenginleşmiyor.

“Başkasının parasıyla” büyüyor.

“Başkasının parasıyla” zengin bir hayat sürüyor.

Mesele, kendi çabanla, kendi üretiminle, kendi paranla büyüyüp zenginleşmeyi becermek.

Bu da ciddi reformlar gerektiriyor.

Böyle reformları “iyi günlerde”, insanlar mutlu ve umutluyken yapmak daha kolaydır, işler zora girdiğinde, halk huzursuzlaştığında radikal çözümler de daha zorlaşır.

Şimdi hükümet kendisine yeni bir politika seçecek, büyük bir ihtimalle iki görüşün karması bir “orta yol” bulmaya çalışacak.

Seçimlere kadar işi idare etmeye uğraşacak ama kolay değil.

Hem büyümeden çok fazla vazgeçmeyeceksin, hem çok fazla bütçe açığı vermeyeceksin, hem enflasyonu patlatmayacaksın, hem işsizliği arttırmayacaksın.

Asıl sorunu çözmeyince mutlaka bir yerde bir bedel ödenir, ekonomide o “bedeli” ödemenin zamanı korkarım kapımıza yaklaştı, reformları yapmamanın bedelini hep birlikte ödeyeceğiz.

Tabii ekonomik dengelerin bozulmasının siyasete ve toplumsal sorunlara da etkisi olacak.

Kürt meselesinde hükümetin eli eskisi kadar rahat olmayacak, çözüm için atacağı adımlar eskiye kıyasla daha fazla tepki toplayacak.

Halkın desteğine en fazla sahip olduğu zamanlarda, toplumun önemli bir kesiminin “Apo’yla ve PKK’yla görüşülmesini” desteklediği günlerde, Kürt meselesinin özü olan “eşitsizliği” ortadan kaldıracak hamleleri yapmadı siyasi iktidar.

Şimdi çatışmaların, ölümlerin böylesine fazla olduğu, ekonominin sıkıştığı günlerde bunu nasıl yapacak?

Bunu yapmadan Kürt meselesini nasıl çözecek?

Çözmezse, bu toplum bunca ölüyü nasıl taşıyacak?

Güzel günlerden geçtik.

Mutlu ve umutlu günler gördük.

Ve, zor zamanlara hazırlanmadık, “kış” geldi, işler sıkışmaya başladı ve ağustosböceği misali açıkta kalacak gibi gözüküyoruz.

Bir de sıradağlar gibi arka arkaya dizilen seçimler var.

Ama radikal çözümler geciktikçe sorunların daha büyüyeceği de bir gerçek.

Ekonomik sıkışıklıkta bunca akıllı ve iktisadı bilen adam birbirinin zıddı laflar söylerken benim söyleyebileceğim bir şey yok, sadece ne yaparsak yapalım “yaz günlerinde” dalga geçmenin bedelini ödeyeceğimizi, canımızın yanacağını görüyorum.

Eğer bu ekonomik sıkışıklık, toplumsal sıkışıklıkla birlikte yaşanırsa krizin boyutları büyür, ekonomi için belki de en tehlikeli durum olan “güvensizlik” içte dışta artar, para bulmak daha da zorlaşır.

İyice zora girmeden başta Kürt meselesi olmak üzere toplumsal sorunları, demokrasiyi ve özgürlüğü genişleterek çözebilirsek, güven yaratabilirsek, ekonomik krizi de daha kolay atlatabileceğimizi düşünüyorum.

Büyük reformların yaratacağı “olumlu şok” toplumun dayanma gücünü ve “para bulma” imkânını arttırır.

Ama “yazın” dalga geçen, “kışın” çalışmayı göze alır mı, onu bilmiyorum.