Türkiye’nin bildiğiniz tüm mazlumları ve her çeşit zalimi bir masa oyununda yan yana gelse. Bir ateist bulur, birlikte onu yenmenin zevkinde buluşurlar. Bu ülkenin hak arayan tüm grupları ve karşılarındaki ceberut devletin bir ortak mutabakat metni olsa diyelim. Başlığı ‘Ateistin tehlikesi ve zararları’ olabilir. Yani bu ülkede en olunmayacak bir şey varsa o da tanrıtanımazlıktır.
O nedenle ateistler herkeslerden saklanırlar. Yine o nedenle, size görüşlerini aktaracağım ailenin bilgileri bende saklıdır. Aslında az çok hikâyeyi biliyorsunuz ama akıllarından ne geçtiğini daha önce hiç anlatmadılar. 

Baba bir eğitimci, anne hemşire. Tanrı’nın varlığına inanmıyorlar. Evlerinde herhangi bir dinin ya da yaratıcının emaresinden hoşlanmıyorlar. O yüzden çocuklarını da böyle yetiştirmeyi tercih ediyorlar. Oğulları 4. sınıftayken din dersinden muaf olması için mahkemeye başvurmuşlar, idare mahkemesi de ailenin talebini haklı bulmuştu. 

Baba şöyle anlatıyor: “Ben Alevi bir anne-babanın evladıyım. Fakat biz Aleviliği de hiç din gibi yaşamamıştık. Hayatımda ilk kez camiye lisedeyken girdim. Din derslerinde sözlü olduğunda mutlaka bir yolunu bulur, gitmezdim. Benim için o dersler büyük bir sıkıntıydı ve aynı şeyi oğlumun yaşamasını istemedim. Bunun için yapabileceğimiz bir şey var mı diye araştırdık. Eşim de bu konuda kesin kararlıydı. Sonuçta avukatımız aracılığıyla hukuki hakkımızı aradık. Biliyor musunuz, aslında bizim gibi çok aile var fakat birçoğu böyle bir girişim yapmaktan çekiniyor, bazıları ise uğraşmak için enerji bulamıyor. Biz bunu denemeseydik vicdanımız rahat etmeyecekti.” 

İdare mahkemesinin kararıyla oğulları altıncı, yedinci ve sekizinci sınıfı din dersinden muaf olarak okudu. “Din dersi oldu mu ya kütüphaneye gidiyor ya da eğer denk geliyorsa diğer sınıfın beden eğitimi dersine katılıyordu. Derse girmiyor diye baskı görmedi oğlum. Belki ben bir eğitimci olduğum ve öğretmenlerin çoğunu tanıdığım için. Belki de oldu ve bize yansımadı, bilmiyorum. Ama biz bu riski de almıştık.” 

Neden bu uğraş, bu risk? Şöyle açıklıyor: “Açıkça söyleyeyim: Benim dünyayı algılama biçimime göre din dersine girmesi oğlum için sakıncalı olacaktı. Eğer bu ders dinler tarihini anlatsaydı, girsin kültürü artsın derdim. Fakat öyle değil. Sünniliğin dayatılmasından ibaret. Ve bizim aile yaşantımıza, evimizde yaratmak için çok uğraştığımız fikir özgürlüğüne aykırı. Çocuğun evde bunu görmesi, okuldaki din dersinde önüne başka bir zihniyet dayatılması onun ruh gelişimine zarar verecekti. O yüzden bu uğraş, bu risk. Bir de şu var: İnanmak kadar inanmamak da özgür bireyin hakkıdır. Kimse kimseyi aksi için zorlayamaz. Ben çocuğumun bu hakkını savunurum.”
Oğullarının din dersinden muaf olması için mahkemeden karar çıkartan anne-babanın aklından hiç geçmiş midir diye düşünüyordum: Ya çocuk inançlı bir Müslüman olmak istiyorduysa ve siz onun adına karar verdiyseniz?.. 
Verdikleri cevap karşısında bu düşüncenin aklıma bir aptallık anında düştüğüne kesin kani oldum. Hafiften gülerek şöyle dediler: “Tabii bizim de aklımıza geldi. Bireylerin neye inanıp inanmayacakları şahsi kararları olmalı. Zaten o yüzden aksi yönde bir programlama yapan din dersine karşıyız. Din dersi kalksın; 18 yaşına gelen çocuklar dinlerle, hayatla, bilimle, dünyayla ilgili edindikleri bilinç ışığında neye inanacaklarına karar versin. Oğlum bir gün inançlı bir Müslüman ya da Hıristiyan olmaya karar verirse saygı duyarım. Biz inançlılara saygılıyız ama inanmayanlar için de saygı bekliyoruz.” 

Bekliyorlar ama olmuyor. Geçen hafta Danıştay 8’inci Dairesi, idare mahkemesinin çocuğun din dersinden muaf olmasına izin veren kararını bozdu. Müfredatın din eğitimi yerine din kültürü ve ahlak bilgisi öğretimini kapsadığı gerekçesiyle. “Şimdi ailecek çok tedirgin olduk. 3 yıldır din dersi görmeyen oğlumuz lise 1’de yeniden bu derse girmek zorunda bırakılıyor. Ama hukuki olarak sonuna kadar gitmeye kararlıyız karıkoca. Çünkü bu büyük bir haksızlık” diyorlar. Sizce de mücadelelerinde çok haklı değiller mi? (Cevabınızdan öyle korkuyorum ki.)