Silivri’nin insanı bezdiren mahkeme salonunda, KCK davasının başladığı günden beri, tartışmalar Kürtçe üzerine yoğunlaşmış durumda...
Kürtçeyi neden reddediyorsunuz kardeşim! Bu bir milletin dili. İran, Irak, Suriye ve Türkiye’de milyonlarca insan Kürtçeyle anlaşıyor. Dünyanın birçok bölgesinde milyonlarca Kürt yaşıyor, anadilleri Kürtçe...
Mahkemelerde yaşanmakta olan tartışmalar, belki birkaç yıl sonra, “geride kalmış arkaik tartışmalar” olarak hatırlanacak. Ama bugün yüzlerce, belki binlerce insan bu yasakçı zihniyet nedeniyle sorgu veremiyor, mahkemelerde duruşmalar yürümüyor. İnsanlar ifade veremedikleri için özgürlüklerine kavuşma şanslarını erteliyorlar.
Cumhuriyet’in 1930’lu yıllarında görevlendirilen İçişleri Bakanı’na bağlı genel müfettişler, Kürtçe konuşan memurların görevden atılması için raporlar hazırlamışlar. Kürtçeyi “kart-kurt” düzeyine indirebilmeye odaklı “resmi ideoloji” birçok dönemeçten geçti ama “ana yasakçı zihniyet” tüm saçmalığıyla ve gülünçlüğüyle yaşamını sürdürdü.
Şu an devlet 24 saat Kürtçe yayın yapan bir kanal kurmuş durumda. Devlet Tiyatroları artık Kürtçe oyunlar da oynuyor. Bazı üniversitelerde “Kürt Dili ve Edebiyatı” bölümü var. “Zorla” da olsa, acılara da mal olsa, Kürtçe hayatın gerçekliğinde kendini adım adım kabul ettirmeyi sürdürüyor. 

Ahmet Kaya’nın hayatına mal oldu
KCK davasının avukatları, davanın devam edebilmesi için mesleki uzmanlıklarının ötesine geçip dünyanın değişik ülkelerinde resmi olarak kullanılan azınlık dillerini örnek gösteriyorlar. Azınlık dilleri alanındaki uygulamaları aktarıp mahkemeyi ikna etmeye çalışıyorlar.
Cumhuriyet tarihi boyunca Kürtçe adım adım bir yasaklar zinciri içine hapsedildi. Her askeri darbenin ilk işlerinden birisi, “Kürtlerin dillerini kesmek” oldu. Ahmet Kaya, 13.5 sene önce, 11 Şubat 1999’da “Kürtçe klip” dediği için linç edilmişti. 1990’ların düşünce şeklini özetleyen iki örneğe daha bakalım...
1993’te MHP lideri Alparslan Türkeş yasakçı düşünceyi şöyle savunmuş:
“Bizim iktidarımızda diyorlar, Kürtçe eğitim yaptıracağız orda. Sütliman olacak her şey... Bu çok akılsızca, aptalca bir sözdür. Sanılmasın ki bunların dedikleri yapıldığı zaman bu kanlı terör duracak... Bunları söyleyenlerin kötü niyeti vardır. Yanlış sebep koyarak, ona göre Bask modeli uygulayalım, efendim Kürtçe eğitim verelim falan... Sen kendi elinle ayrılığa hız vermiş olursun.”
Ahmet Taner Kışlalı ise 1 Kasım 1992’de, Cumhuriyet’teki köşesinde, “Kürtçenin yetersiz bir dil olduğu” noktasından hareket etmiş: “...Türk kimliği ile Kürt kimliğini ‘mutlaka’ ayırmak isteyen ‘Kürt milliyetçileri’nin elinde kala kala tek bir ölçüt kaldı: dil farkı! (...) Dil olarak Türkçe ile bütünleşemeyenler, acaba kendi içlerinde ‘ortak bir dil’de bütünleşebilmişler mi? Gerçekten de dil farkına dayalı ayrı bir toplum kesimi oluşturuyorlar mı?” 

Yasakçı kültürün geleceği yok
Kışlalı, Japon dilbilimci Goichi Kojima’nın bir tezine de değinmiş: “Türkiye’de ‘Kürtçe’ konuştukları varsayılanlar önce ikiye ayrılıyorlar: Kırmançi ve Zazaca... Bu iki grupta olanlar birbirlerini anlamıyorlar (...) Kırmançiyi de kendi içinde 5-6 ayrı dile bölmek gerekiyor... (...) Kojima’nın, bir dilbilimci olarak çok açıklıkla yanıtladığı bazı sorular ise bizim için daha da önemli: -Kırmançi eğitim dili olarak kullanılabilr mi? -Hayır! -Zazaca bir eğitim dili olarak kullanılabilir mi? -Hayır!.. Sözcük sayısının yetersizliği, Zazacanın birçok biçiminin olması ve yazılı biçiminin ise hiç bilinmemesi nedeniyle bu olanaksız.”
Kürtçe konusundaki bu zihniyet, Cumhuriyet tarihinin bütün dönemlerinde, çeşitli üsluplar ve kılıklara bürünerek tekrar tekrar karşımıza çıktı...
Bu yasakçı kültürün uzun vadeli bir geleceği yok ama bizi hâlâ etkiliyor. Dil yasağının bedeli ağır, hâlâ insanların özgürlüklerine mal oluyor.