Kozamı kendim ördüm. Neler beklemiştim parlaklığından. Bana biraz içinde kıvranan kedinden bahset. Ve senin bencil güzelliğine karşın, onun çaresiz yakarışlarından. Tiksinirsin, maharetmişçesine, otomatiktir tepkilerin, kanın ve portakalın. Kalbin katı ve takıntılıydı. Sevgin soğuk, dostluğun aşılı. Parmaklarım kanıyor, ellerim benden yaşlı. Hürken istiyordu, kelepçelenmişken vazgeçmişti oysa. Sorulsa, bilmezdi, izlerdi sadece.

Gönül döller iyi anları. Aşkın zamana ihtiyacı yok, hıza vardır ve gerçeklik aşkın belki tek düşmanıdır. Peşinize düştüğünde, kaçarsınız. Yakalandığınızda ise, sizden mutlusu yoktur. Erguvan rengi bir öpücük kondururum dudağına, alevli bir tebessüm belirir kızılca kıyamet yanaklarında, delirir, devriliverir ve aniden gamzelenir imgelerim.

Gidip geldiğinde ve düşüp kalktığında. Küçükken ne şirindin, büyüdükçe ayaklarımın altına serildin. Kozam büyüyor zamanla ve diş biliyor rayihasını esirgeyen fesleğenlerin yasemine çalan rengine. Gerçek değildin, sahteydin ve karanlık, ruhumun kuytusu. Çarmıha gerilmişken ve kamçılar şaklarken, tek hakikat kalmış aklımda, o da ananemin düğme kutusu...