Küçük prens değil, büyük kral. Bir tersine destandı. Ruhumu bir ip gibi çekip aldım, eski bir sandalye kaldı senden. Sıfır noktasında, hançerenin böğründe. Bir mezar tadında, toprağın üstünde. Mutlusun kozanda, okusan da bir, okumasan da. Tuhaflıklar gezinir durur kafamda. Elimdeki uçurtmaları gökyüzüne hediye ettim, ve bitmek bilmeyen tuhaf rüyalarımı dolunaya.

Geçmişi acılarla, geleceği mucizelerle dolu kişiler gibi, sırtını okşayan serin bir rüzgara, dayanacağı kuru bir ağaca hasret. Mercekten baktım, bir kunduz dala tünemişti. Gizliliğin, gerçekliğin gözeneğinden geçmişti. Kaktüs evine dönüştü bahçem. Aylar düştü, çiğler üşüdü. Zaman denen varlığa düşman, incecik bir ruh, nehirle çöl arasında, zambağın beyazında, kaybolma olanağına düştü.

İkinci yarının olmadığını anladığımda, gördüm ki kitabın hiç ikinci cildi yazılmamıştı. “Kazanmanın ve kaybetmenin kitabı”, duruyordu elimde, belki daha okunmamıştı. Kılıcım ve kalbimle, ilk seven kimdi. Kozmik bir sarmaşık, o kadife dudaklar kimindi. Savrulan yapraklar, yeni bir güz, yeni mutluluklar. Her fena niyetle esen rüzgar ve anlamsızca tutunduğum korkuluklar. Unutup, kıskanır, susarlar...