En son düşündüğüm ve düşlediğimde, gümüşten geceydi, kalbime saplandığın ilk köklü hece. Hızlanınca yetişirsin sanmıştın. Hep bir adım öndeydim, döktüm yüklerimi yollarda ve kibirli bakireler biriktirdim. Sen aynadaydın, ben arkasında. Koltuğumda korkarak mırıldandığın müzik her an kulağımda çınlar. Ama haydi, çığlık çığlığa bekliyorum artık, dudaklarıma doğru avuç açan ketum kahramanımı.

Unutmak için çabaladığın o mor rüyalardan geliyorum, gerçekliğin dibinden, mesafesizliğin ve zamansızlığın kıyısından. Uzakta yaşadığın cefa ve heyecanları yeni yurduna döndüğünde hatırlayamayacaksın bile. Kalbimin teri soğumadan, ateşten teni ağarmadan, kendi bilmecene şaşırmadan, kuytudan çıktın sayılmazsın.

Kim bilir kaç harf kopardın gönlümden... Sırf ada kayboldu ve liman dağıldı diye, bir şapka atılır mı, bir sabahlık yakılır mı? Gelincikten tiksinilir mi, söyle, ateşten bir çehre sevilir mi? Zehirse, acımadan içilir mi? Neden hep veda, neden verdiğinden daha fazlasını alır dünya. Bırakalım köpükler devasını bulsun, deryasına karışsın. Ve sonra, arala, al bütün sayfalarımı tek tek ve rafa kaldır.