Bana bakarken, ne çok benziyordunuz. En çok da aya, ya sonra, gittiniz de, söyleyin, ne kaldı bana. Elimden tutanı kurtardım. Bu mezalim, katliam. Sen başka yönlere süzülürken, tüm şarkılarımı sana söyledim. Eller ne bilir, öyle nazenindi bu serencam. Hazinedar kaçıp gitmiş, hazineler bomboş, mücevherler dağılmış. Kurşun kalemden merdivenler yaptım. Şikâyet değil, iştiyakla karşılandım.

Yıldızlar altında ve yıldızlara çıkarken. Vahşi doğana hayranım ve tüm yanılsamalarına. Kaçtıkça kovalamana, yalpaladıkça hızlanmana ve pes ettikçe azimle dolmana. Nasıl olsa, yalnızlaşırdınız, etrafınızdaki kabalıklar arttıkça. Maskeler taktıkça ve sözcüklere daldıkça. Tatlı kirpinin derdi yok. Dikenleri var ama yolu yok. Öylesine mahmur, ölesiye pürnur. Apaçık, bir kuzgun gibi adeta, dimdik ve vakur.

Ne çok şey kaybettin ki, ilk bulduğun bunların sonuncusuydu. En iyisi ve yenisi verilir her an. İçindeki kuşkulu suratlarla yüzleşme, devrimin habercisiydi. Ateşi sönmez hiçbir zaman. Yazılanlar sen ve ben hakkında, “O” kim, hiç bilemedim. Sen yoksan ben yokum ama ben yoksam sen hiç olmadın ki. Ve söylemeliyim, bu uzun menzilde, seninle aramızdaki o büyük taş. Gittikçe nasırlaşır, dağılır, ağır ve yavaş...