Yaşar Kemal’in bugüne kadar üç askeri rütbesi oldu. Birincisi, Kayseri’de askerlik yaparken aldığı “onbaşı vekili“ rütbesi.

İkincisi, 1983 yılında François Mitterrand tarafından verilen Onur Lejyonu “komutan” rütbesi.

Üçüncüsü ise bu hafta aldığı “büyük komutan“ rütbesi.

Peki askerlikle, militarizmle hiçbir ilgisi olmayan, hayatı boyunca savaşı lanetleyip barışı savunmuş bir kişi nasıl “komutan“ olur derseniz, cevabım hazır:

Evet, o bir komutan ama bildiğiniz komutanlardan değil. Yaşar Kemal’in emrinde askerler değil kelimeler var. Taburlara, bölüklere değil kelimelere, deyimlere, ninnilere, ağıtlara hükmediyor.

Bu yüzden başta kendi halkı olmak üzere dünyadan saygı, sevgi görüyor.

Pazartesi akşamı İstanbul’daki Fransız Sarayı’nda yapılan törende ödülü takdim etmek için Paris’ten gelen “şansölye“, her kelimesiyle anıtsal bir kişilik karşısında saygı duruşunda bulunduğunu vurguladı.

Unutmayalım ki; bu ödül Yaşar Kemal’in şahsında Karacaoğlan’a, Yunus’a, Pir Sultan’a, Dadaloğlu’na verilmiştir.

Hepimiz gurur duymalıyız.

***


1983 yılında Paris’teydik. Yaşar abi François Mitterrand tarafından davet edilmişti. Cumhurbaşkanlığı çok güzel oteller ayırtmış olmasına rağmen o, bizim Montparnasse’daki nohut oda bakla sofa sürgün evimizde kalmayı tercih etmişti. Her gün Elysee sarayından gelen motosikletli kuryeler komşuların aklını karıştırıyordu.

O günlerde iki ülke arasında yine Ermeni meselesi vardı. Türk basını Yaşar Kemal’e ödülü kabul etmemesi için baskı yapıyordu. Ama o bunlara “Ben siyasetçi değilim. Benim işim halkları barıştırmak“ diyerek cevap veriyordu.

Tören günü Elysee Sarayı’na gittik. Ödül alacak diğer kişiler, yani Federico Fellini, Eli Wiesel ve Joris Ivens de oradaydı. Davetliler bir salonda toplandı, bir süre sonra sarayın tarihsel kapıları açıldı ve azametli Mitterrand içeri girdi.

Ödül alacak dört dev sanatçı yan yana dizildi. Mitterrand her birine hitaben bir konuşma yaptı. Salonda sinek vızıldasa duyulacak kadar yoğun bir sessizlik vardı. Cumhurbaşkanı’nın konuşması hariç çıt çıkmıyordu. Bu resmi, biraz soğuk devlet havası sürüp gitti. Taa ki Mitterrand “Chére Yaşar Kemal“ diye başlayan konuşmasıyla ona hitap edene kadar.

Yaşar Kemal önce güldü, sonra olanca Akdeniz sıcaklığıyla protokol falan takmayarak “dostu“ Mitterrand’a sarıldı.

Mitterrand da, diğer konuklar da gülümsemeye başladı. Devlet resmiyeti eriyip gitti.

Daha sonra şampanyalı bir sohbete geçildi. Yaşar Kemal Fellini ile yan yana dururken aralarındaki benzerlik dikkatimi çekmişti. Boy bos, kalıp, gözlükler, yüz şekli çok benziyordu. Bunu belirttiğimde Fellini “Evet, ikimizin anası da Akdeniz!“ dedi.

Böyle evlatlar yetiştiren denize, “mare nostrum“ (bizim denizimiz) denmez de ne denir!

***


Herkesin bildiği gibi Yaşar abi kırk yıldır benim hayat dostum.

Her gün Mustafa Kemal’le, İran Şahı Rıza Pehlevi arasında geçen, Azeri şiveli bir şakayla takılır bana. Şah-ı İrani, Mustafa Kemal’e “Sen menim gumandaanım, men senin leşkerinem (askerinem)” dermiş.

Yaşar abi de bana “Türküler konusunda sen gumandan, men senin leşkerinem!“ diye şaka yapar. “Hayııırr sen menim gumandaanım“ diye itiraz ederim. Gülüşürüz.

Şimdi bu şakayı yapmaya olanak kalmadı. Çünkü o artık sadece onbaşı vekili değil ki; koskoca Fransa’nın anlı şanlı büyük komutanı.

Selam çakmaktan başka ne gelir bu âcizin elinden.

Selam olsun komutanım.