KCK sanıklarından Pervin Tunbul’un mesleği kuaförlük. Bir güzellik salonu işletiyordu. Hali vakti yerindeydi. Kanserİ yeni yenmişti. Bir Kürt olarak bir şeyler yapmak ihtiyacı hissedince BDP’ye üye oldu. Partinin İstanbul Ataşehir İlçesinde yöneticiyken KCK davasından tutuklandı. Siyasetle yeni tanışmıştı.

Rıza Saka ise Tunbul’un avukatı. Kendisi, ‘AK Parti Ataşehir ilçe başkanlığı’ görevinde de bulunmuş bir isim. Önümüzdeki seçimlerde, İstanbul Barosu’nda, ‘Hukuk Üstünlüğü’ grubunun başkan adayı olmaya hazırlanıyor. Pervin Tunbul’la aynı ilçeden ve farklı partilerden olmalarına rağmen, tanıdıkları aracılığıyla onun savunmasını üstlenmeye karar veren Rıza Saka; mahkemede, Pervin’in tahliyesini talep ederken anadilleri Kürtçe olan sanıkların kendi dillerinde savunma yapma haklarını savundu. KCK tutuklamasının ardından, Pervin Tunbul’un hastalığı nüksetti. Yeniden kemoterapiye başlandı. Yakınları ve arkadaşları Türkçe ifade vermesini istedi, çünkü içeride kalması sağlığı açısından sorunluydu. Kimlik tespitinde Türkçe konuştu.

İfade sırası geldiğinde ise, tavrını değiştirdi. Kürtçe savunma yapmak istediğini söyledi. Sorguyu izlemeye gelen 24 yaşındaki oğlu, annesinin bu tavrı karşısında önce biraz afalladı, sonra “Annemin duruşuna saygılıyım, vicdanını sağlığından öne çıkarmak onun en doğal hakkı” dedi. Rıza Saka ile duruşma arasında konuştuk. Bu davada avukat olmayı çok anlamlı buluyor: “İyi ki Pervin Hanım’ın savunmasını üstlenmişim. Buralarda neler olduğunu şimdi daha iyi anladım. Tunbul’un KCK ile bir ilişkisi olmadığına inanıyorum.”

Kısacası, bir AK Partili avukat ile bir KCK davası sanığı ilginç bir şekilde Silivri’de yan yana düşmüşler…

Duruşma arasında Pervin Tunbul’un öğretmen eşi Doğan Tunbul ve oğlu Berkan’la karşılaştık. Pervin Hanım’ı sevgiyle anlattılar. Duruşma öncesinde kadın tutuklular da Silivri’ye getirilince mahkeme nedeniyle daha çok kıyafet götürmelerine izin verilmiş. Ailenin maddi durumu iyiydi. Ona çeşit çeşit takılar, güzel elbiseler götürmüşler, mahkemeye şık gelmesini istemişler. Salona girdim. Pervin Tumbul’u gösterdiler. Sarışın genç bir kadın... Beyaz hırkasıyla çok şıktı. Başına altın sarısı metal bir saç bandı takmış, lacivert bir fular bağlamıştı. Gülümseyerek dostlarına selam veriyordu. Güzeldi.

Mahkeme heyeti yerini aldı. Sanıkların ve avukatların otuzu aşkın talebine ilişkin kararlarını birer birer açıklamaya başladı. Savcı tüm taleplerin reddinden yanaydı. İzleyiciler bir önceki oturumda savcıyı alkışlarla protesto ettikleri için salona alınmamışlardı. Hakim, kararın 31.maddesine geldiğinde bazı isimleri okumaya başladı. Aralarında Profesör Büşra Ersanlı ve Beste Büşra Önder’in de yer aldığı 16 sanığın tahliyesi açıklandı. Gazeteciler, önemli haberi vermek amacıyla dışarıya koştular.

Kürtçe yasağı
Pervin Tumbul serbest bırakılanlar arasında yoktu. Büşra’nın ve diğer 15 sanığın salıverilmesine sevindik. Bu, buruk bir sevinçti. Bir öğretim üyesi olan ve hayatının hiçbir döneminde şiddeti savunmayan Büşra Ersanlı dokuz aydır “terör örgütü yöneticisi” suçlamasıyla cezaevindeydi. 200’e yakın sanık ise derdini bile anlatma imkanını bulamadan cezaevine geri gönderildi.

Dün KCK davasını izlerken, Türkiye’nin yargı alanındaki “topallayış”ına bir kere daha tüm boyutlarıyla tanık oldum.
Sanki 40 yıl öncenin yargılamaları yeniden “canlandırılmış” gibiydi. Onlarca sanık, binlerce sayfalık iddianameler ve derdini daha ne zaman anlatacağı bilinmeyen tutuklular…

Tabii daha da önemli ve trajikomik olan; “Kürtçe savunma yasağı”nın hala sürmesiydi. Bir yandan devletin televizyonu 24 saat Kürtçe yayın yapıyor, öte yandan mahkemeler hala bu dili yasaklıyorlar. Kürtçe savunma yapmaya izin vermiyorlar.

Türkiye, Kürt sorununu mahkemelerde çözemez...