Adalete güven kalmadığı günlerde, insan iyi haberlere dahi sevinemiyor. Duruşma salonunda oturuyorum. Aileler ve diğer izleyiciler içeri alınmamış. Aklım Büşra Hoca’nın ablası Sırma’da ve ismi küçük Büşra kalan Büşra Beste Önder’in annesi Hande Hanım’da. Hakim 16 kişinin adını okuyor, “tahliyelerine” lafını duymadan dışarı fırlıyorum. Önce Sırma’ya sonra Hande Hanım’a haber veriyorum. Kimse gülemiyor, sevinemiyor. 140’tan hemen 16 çıkarıyorum. Hakim de öyle yaptı. 124 kişi hâlâ rehin. Türkçe savunma yaptığı halde tahliye edilmeyen Derya Arslan, Gönül Erdem ve İdil Erdem’in aileleri de üzgün. Kürtçe savunma yapanlar da Türkçe savunma yapanlar da savunma yapıyor. Hâlâ çoğu içerde. Tahliye edilenlerin 10’u Kürtçe 6’sı Türkçe ifade verdi.

Öğlen, son yazımı bir basın açıklamasıyla eleştiren genç Kürt avukatlarla buluşuyorum. BDP’nin dayanışma çadırı serin. Barış Anneleri’nin hazırladığı yemekleri yiyoruz. Benimle görüşen avukatlardan Sinan Zincir ve Tamer Doğan’ın ilk sürprizi ikisinin de Türk olması. “Neden genç Kürt avukatlar dediniz o zaman?” diye soruyorum. “Çünkü yargılanan Kürt siyaseti” diyorlar.

Önceki yazımdaki hataları duzelterek konuşmaya başlıyoruz. İddianamenin başından beri tamamen okunması konusunda hepsi mutabıkmış. Yanılmışım. Bir de basın açıklaması yazmamışlar. Özgür Gündem’de yayınlanması için bir makale yazmışlar. Sonra da kim bilmiyorlar, o makaleyi basın açıklaması diye servis etmiş. Makaleyi yazmalarının nedeni de ‘tutukluların ricası üzerine’ olmuş. Genç avukatlar bir konuda daha haklı. İddianamenin tamamı okunsa da tahliyeler olur demişlerdi. İddianamenin okunduğu diğer KCK davalarında da tahliye yok...

Sinan Zincir’e göre savcının tutuklama kararına neden olarak kullandığı tanık ifadeleri tamamen çökmüş durumda. Bunun nedenini mahkemeye, başka bir avukat, Ender Yağmur sundu. Savcı dalgınlıktan gizli tanığın ismini iddianamenin 128. klasörünün 219, 220 ve 222. sayfalarında unutmuş! Sonra da aynı kişinin ifadesi, iki ayrı tanık ifadesi gibi kullanılmış. Hem de tutuklu bulunan kişilerin KCK yöneticiliğini dışarıda yaptığına dair delil sunan ve bu kişileri teşhis edebileceğini söyleyen bir tanık ifadesi sunarak. Bu, dava sürecinin sakatlığının en bariz örneği. İfadelerin “verilmiş” değil, “birileri tarafından yazılmış” olduğunun göstergesi.

Peki bunu ortaya çıkaran iki avukata ne oldu? Mahkeme başkanı bu iki avukat hakkında suç duyurusunda bulundu... Peki diyorum. Pes diyorum. Teşekkür etmek gerekmez mı?

Öğle yemeğinden sonra bir küçük Kürt çocuğu gözüme çarpıyor. Küçük Viyan, Ronahi isimli Kürtçe bir dergi okuyor. Kitaptan annesinin yardımıyla bir dua öğreniyor. Hangi dilde dersiniz? Türkçe... Duasını kaydediyorum: “Allah kuluna yetmez mı? Seni O’ndan başkalarıyla korkutuyorlar.” Babası içerde Viyan’ın. Ve onu çok korkutuyor bazı korkusuzlar...

En son, dava sürecini izleyen bir ambulans doktoruyla konuşuyorum. Avukatların arasında olan biteni izliyor. Önder Küçük 6 ay önce Cerrahpaşa’dan mezun olmuş. Mecburi hizmeti onu Silivri’ye düşürmüş. “Ne görüyorsunuz burada?” diye soruyorum. “Avukatları genel olarak haklı buldum. Çünkü onca insanı almışlar, avukatları pek dinlemiyorlar. Bana bütün süreç biraz tiyatro gibi görünüyor” diyor. Bir süre sonra tahliye kararı gelmeyen tutukluların ailelerinden birçok kişi fenalaşıyor. Onlara acil yardıma koşuyor. Tehlikeli bir oyun bu.
Duruşmalar Ekim’e ertelenirken binlerce BDP’liyi sıcak bir yaz bekliyor. Oysa hiç zor değil şu rehin siyasetini bitirmek.

Karardan sonra Büşra Ersanlı’yla da konuştum. Mutlu görünmüyordu ve aklı tahliye edilmeyen dostlarındaydı.