Ne olursa olsun, zor soruların 'cevap anahtarı' olarak silahtan medet uman, çatışmayı dayatan yolculuk, bir yerde tıkanacak.

KCK davası kilitlendi. Sanıklar, Kürtçe ifade vermek istediler. Mahkeme kabul etmedi. Avukatlar mahkemenin tutumunu eleştirerek son duruşmaya girmediler. Yüzlerce tutuklu siyasetçi, belediye başkanı kilitlenen bu dava nedeniyle ifade bile veremeden aylardır hapiste. Diyarbakır Barosu Başkanı  Emin Aktar, KCK davası sanıklarının avukatlarından. Duruşmayı yürüten mahkemeden şikâyetçi. 153 sanıktan yalnızca 6’sının mahkemeye getirilmesine ve mahkemenin yalnızca onların ifadelerinin alınarak yürütülmek istenmesine tepki olarak duruşmalara girmediklerini anlattı. Mahkemenin baroyu yeni avukatlar göndermeye zorlamasını da yasalara aykırı bulduğunu ifade etti. Görünen o ki, bu dava, sanıklarla mahkeme arasındaki bir “gerilim alanı”na dönüşmenin ötesinde Diyarbakır ve çevre barolarıyla mahkeme arasında da bir yüksek gerilim hattı oluşturuyor.
KCK tutuklamaları; AK Parti hükümetinin Kürt politikaları açısından bir kırılma noktasıydı. Gazetelerde PKK’lılarla BDP yöneticileri ve bazı belediye başkanlarının “telefon” görüşmeleri yer aldı. Diyebilirsiniz ki, davaları mahkemeler görüyor, hükümetle ne ilgisi var? Birebir ilgisinin olduğunu iddia edebilecek verilere sahip değiliz. Ancak hükümet üyelerinin ve AK Parti yöneticilerinin açıklamalarıyla, yargısal süreç paralel gitti. Aynı günlerde DTP kapatıldı, Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliği düşürüldü ve siyaseten yasaklandılar. 

Güzel (anlamlı) senaryo, sert (kötü) senaryo  Bu noktadan sonra neler olabilir? Önce sert(kötü) senaryodan başlayalım: Hükümet asker üzerinde de kontrolü sağladığını düşünerek, yeni bir strateji geliştirebilir. İran tarafından baskılanan PKK’yı Türkiye tarafından da baskılamayı amaçlayan bir askeri harekât başlatılabilir. Bu askeri harekât ülke içinde de yaygın tutuklama furyasıyla paralel yürütülür. KCK davasına ilaveten 96 belediye başkanı hakkında açılan dava gibi davalar yaygınlaşabilir.
 Bu aynı zamanda PKK eylemlerinin de yaygınlaşması anlamına gelecektir. Kırlardaki çatışmalara ilaveten şehirlerde yaygınlaşabilecek çeşitli eylemler, kamuoyunda Kürtlere karşı yeni nefret dalgalarını körükleyebilir.  Çatışma ortamı nereye kadar yaygınlaşır, ne gibi (geri dönülmez) felaketlere ve “kopma”lara yol açabilir, toplumun hangi kesimleri ekstradan hangi bedelleri öder, bu konuları düşünmek bile korkutucu.

Güzel (anlamlı) senaryo: BDP Meclis’e gelir. Yeni anayasa sürecine katılır. Yasalarda ve anayasada yapılacak değişikliklerle Kürtlerin kritik taleplerinin birçoğu kabul edilir (tamamının kabul edilmesi kısa sürede hayal, ama birçok yeni konu başlığı masaya getirilebilir). Askeri operasyonlar durur, PKK yeniden eylemsizliğe döner. Sonrasında PKK’nın dağdan indirilmesini sağlayacak bir yol haritası hazırlanabilir. Genel af dahil bir dizi “sakinleşme” adımı atılır. 
Görünen o ki, şu andaki manzara güzel senaryoya gerçeklik zemini kazandırabilecek öğelere sahip değil. Sert senaryo ise yaşanmış senaryoların (daha da sertleşmiş) bir tekrarı gibi görünüyor ve o da bir “cazibe merkezi” oluşturmuyor.

Gaza değil frene basmak 
Türkiye’nin hem batısına hem doğusuna karşı sorumlu olan hükümet giderek artan bir çift taraflı basınç altında. KCK davalarıyla, Terörle Mücadele Kanunu’yla ve birçok uygulama ile (ki bu alanlarda hükümetin doğrudan sorumluluğu var) Kürtlerin umutları kırılıyor, öfkeleri artıyor. PKK’nın eylemleri ise hükümeti batıdaki kamuoyunun karşısında zor duruma düşürmeyi sürdürüyor. Ne olursa olsun, zor soruların “cevap anahtarı” olarak silahtan medet uman, sözün bittiği noktalarda savaşı ve çatışmayı dayatan yolculuk, bir yerde gelip tıkanacak. Tekrar barış için diyalog yoluna dönülecek. İnsanı korkutan, şu anda tarafların gaza basmış olması. Frene basılıncaya kadar epeyce araba devrilmiş olabilir…