Bana sık sık, “askerî vesayetle dövüşürken biz size bu Erdoğan’ın çok tehlikeli olduğunu söylediğimizde, siz bize ‘sivillerden korkmayın’ diyordunuz, ne oldu, işte o da tek adamlığa oynuyor” diyen dostlarım için bir “kıssa” anlatacağım izninizle.

On yıl kadar oluyor, çok ünlü bir İngiliz ağırsıklet şampiyonu vardı, Lennox Lewis, sert yumruklu, sağlam bir dövüşçüydü.

Bir gün adı sanı pek de duyulmamış Amerikalı bir boksörle unvan maçına çıktı.

Ters bir yumruk alıp yenildi, kemerini de kaptırdı.

Ondan sonra neredeyse her gün Amerikalı boksör spor kanallarında, “ben en iyiyim, ben tekim, ben Lewis’i her zaman döverim, benden iyisi yok” türünden demeçlerle boy göstermeye başladı.

Yaklaşık altı ay bu “zafer çılgınlığıyla” geçti.

İkinci maça çıktılar.

Lewis bir çaktı, Amerikalı boksör kütük gibi devrildi.

Yüzüne su serptiler falan ayılttılar.

Mikrofonu uzattılar.

İlk lafı, “Lewis büyük boksör” oldu.

O zaman, büyük bir “anatomi dersi” almış oldum, zafer sarhoşluğuyla bazı adamların aklı başından gidiyordu, o aklın yeniden “başına toplanması” için kıçını hızla yere vurması gerekiyordu.

Siyasette de böyledir.

Büyük zaferler insanları sarhoş edebilir.

“Ben tekim, ben en büyüğüm, ben ne istersem onu yaparım” inancı dallanıp budaklanır içinde.

Ama halkın ilk tokadıyla, o kaçan akıl başa toplanır.

Demokrasinin ve sivil siyasetin güvenilir, güzel yanı da budur.

Bu ülkede “halkın ahmak olduğu” gibi bir inanış yaygın olduğundan, çizgiden çıkan iktidara o tokadın asla vurulmayacağı sanılır.

AKP için de öyle sanılıyordu.

Elbette AKP seçmeninin sadece varoşların lümpen çocuklarıyla, “dans eden kadının kocası deyyustur” diyen müftülerden oluştuğunu zannederseniz, onların her milliyetçi gerginliği, her faşist baskıyı alkışlayacaklarına yemin billah edersiniz.

Ama AKP’ye esas kimliğini ve rengini veren, onun ekonomik tabanını ve omurgasını oluşturan, yeni zenginleşen muhafazakâr işadamları ile onların çevresinde oluşan geçim çemberidir.

Onlar hayata gayet gerçekçi bakarlar.

Ben bunu, 2007 seçimlerinden sonra AKP’nin “Anayasa’yı değiştireceğim” sözünden cayıp “önce türbanı özgürleştireceğim” diye büyük bir kavga başlattığında görmüştüm.

Anadolu’yu dolaştığımda AKP’yi göklere çıkartan coşkulu bir destekle karşılaşacağımı düşünüyordum.

Onun yerine buz gibi bir havayla karşılaştım.

Anadolu’nun muhafazakârları, “bu da nereden çıktı” diyorlardı.

AKP’nin yarattığı gerginliğe öfkeliydiler.

Bu kavgayı yersiz ve anlamsız buluyorlar, bunu da açıkça söylüyorlardı.

2011 seçimlerinden sonra AKP yönetimi bir çıldırma dönemine girdi, “ben en büyüğüm, ben ne istersem yaparım, Uludere’nin hesabını da vermem, öldürülenlere dolap beygiri de derim, işkenceci polisi de terfi ettiririm, Suriye’de iç savaşa da bulaşırım, insanların ne içeceğine, kaç çocuk doğuracağına da karışırım, anadilde eğitimi de gündemden çıkartırım, Kürtleri de biner biner tutuklarım, pankart açanı da hapsederim, yazarları da işten kovdururum, Alevilerin ibadethanelerini de küçümserim, Avrupa Birliği’nin kriterlerini de reddederim, demokrasiye de sırtımı dönerim, askerle de anlaşırım, askerlerin harcamalarını da halktan gizlerim” demeye başladılar.

Bir anda büyük gerginliğin içine düştük.

İç savaşın alevleri memleketi sardı, her gün genç insanlar onar onar ölmeye başladı, Suriye’de yapayalnız kaldık, ülke büyük bir baskının altında ezildi, demokrasi kayboldu, Avrupa uzaklara kaçtı, güven kalmadı, umut bitti.

AKP yönetimi “yapmayın” uyarılarına aldırmadı.

Başbakan iyice ölçüyü kaçırıp, uçağına aldığı, yanından ayırmadığı tetikçilerini harekete geçirip, kendisini eleştirenleri aileleriyle birlikte hedef göstermeye, bel altından vurmaya koyuldu.

Bu yaptıklarının hiçbir cevabı, hiçbir cezası olmadığını, “muhafazakâr” kesimin çobanın peşinden giden koyun sürüsü gibi peşinden geleceğini, kendisini sorgulamayacağını zannetti.

Derken kamuoyu yoklamalarında daha önce görülmeyen şeyler görülmeye başlandı.

Metropoll Şirketi’nin kamuoyu yoklaması, Erdoğan’ı en hassas yerinden vurdu, halkın “seni severiz, beğeniriz ama bu politikalarla seni Çankaya’ya çıkarmayız” dediği anlaşıldı.

Büyük bir ihtimalle AKP de ona benzer araştırmaları daha önce görmüştü.

AKP nakavt olmadı ama maça çıktığından beri ilk kez böylesine sert bir yumrukla ringe oturdu.

Ve akıllar başa geldi.

“Oslo görüşmelerine yeniden başlarız, balkon konuşmalarından daha da ileri bir konuşmayla kongrede demokrasiye döneriz.”

Bunu, okuryazarların ortak bir ahmaklıkla küçümsediği bu halkın tepkileri sağladı, bu politikalarla Çankaya yolu açılsaydı biz bu çılgınlığı daha epeyce yaşardık.

İşte bunun için demokrasiye inanırım.

“Şampiyon” gelir bir çakar, “ne demokrasisi, en büyük benim” derken yumruğu yiyen boksör gözünü açar açmaz, “en büyük demokrasi” der.