Herhalde darbe girişimlerinin en “kibirlisi” Balyoz harekâtıydı.

Çok açık, çok pervasız yapmışlardı. Teybe kaydettikleri konuşmaları, “İsrail gibi ezelim” önerileri, hakiki isimlerle düzenlenmiş fişlemeler, tutukluların toplanacağı yerler.

Saklamaya bile uğraşmamışlardı.

Emirlerin hiçbirine uymamışlardı.

Darbenin lideri, Genelkurmay Başkanı’na hakaret etmiş, daha sonra bunu açıklamıştı.

MİT Başkanı’nın “Birinci Ordu darbeye hazır” dediğini gazeteciler günlüklerine yazmıştı.

Her şey ortadaydı.

Asla yargılanabileceklerini düşünmemişlerdi.

Yargılandılar.

Çok ağır cezalara çarptırıldılar.

Eğer darbeyi gerçekleştirebilselerdi, listelerine yazdıkları isimlerden çoğu bugün hayatta olmayacaktı.

Darbecilerin aldıkları cezalar, bundan sonra darbeyi düşünecek olanları caydıracak bir örnek oluşturacaktır.

Mutlaka darbeyi aklından geçirenleri geriye püskürtecek “hukuki bir çerçeveyi” sağlamlaştırmak, darbenin düşünülemeyeceği “demokratik bir sistem” kurmak gerek.

Balyozcular cezalandırıldı ama biz “demokratik bir sistem” kuramadık.

Uludere’den bu yana çok kuşku verici olaylar yaşıyoruz.

Uğursuz bir hazırlık, en azından bir “niyet” kokusu var bütün yaşananlarda.

33 asker olayını hatırlatan Bingöl baskını daha yeni içimizi dağladı.

Facia, baştan aşağıya şüpheli sorularla dolu.

Bu tür kuşkuları geride bırakabilmek için hukuku ve demokrasiyi “evrensel düzeye” getirmeliyiz ama bunu bir türlü yapmıyoruz.

AKP iktidarı, bu çürümüş devletin sistemini değiştirmedi.

Çürümüş sistemin tepesine “kendisine bağlı adamlar” yerleştirmesinin yeterli olacağını düşündü.

Bu, olabilecek en tehlikeli, en korkunç yanılgı.

Genelkurmay başkanının sivil iktidara bağlı olması, bütün orduyu bir hukuk ve demokrasi içine yerleştirdiğiniz anlamına gelmez.

Menderes de aynı hataya düşmüştü.

Genelkurmay başkanıyla birlikte tutuklanıp götürüldü.

Balyoz’da verilen cezalar “darbe” hayali kuran birileri varsa onları epeyce ürkütecektir ama sadece buna güvenemeyiz.

Devleti “kimsenin ele geçiremeyeceği” sağlam bir yapı hâline getirmeliyiz.

12 Eylül’ün bu ülkeye bıraktığı kanlı mirası son zerresine kadar temizleyip atmadan hiç kimse güvende olamaz.

“Askerî darbenin baskıcı yapısını kendi iktidarım için kullanırım” kurnazlığı herkese pahalıya patlar.

Genelkurmay Başkanı “oruç tutuyor” ama ordunun sivil iktidarın tam bir denetimi altında olduğunu söylemek kolay değil.

Uludere, bu hükümetin üstünde kara bir leke olarak duruyor.

Kim gerçekleştirdi onu?

O kadar “koordine” bir “hatalar” zinciri nasıl gerçekleşti?

Beytüşşebap’ın tek köprüsü baskından önce nasıl boş bırakıldı?

Bingöl’de asker konvoyuyla ilgili istihbarat PKK’ya nasıl gitti?

PKK’lılar düz ovada nasıl pusu kurdular?

Apaçık arazide nasıl kayboldular?

Bunlar, bize geçmişi hatırlatan ürkütücü sorular.

Bu ülkede aklından darbeyi geçiren, “askerî vesayet” günlerini canlandırmayı hayal eden birileri varsa en çok isteyecekleri şey bu kanlı savaşın tırmanmasıdır.

İktidar, Genelkurmay Başkanı’nı koruyacağım diye orduyu kendi şemsiyesi altına aldı, medyası ordunun hatalarıyla ilgili tek satır yazmıyor ama bu koruma birçok uğursuz hazırlığı da rahatlıkla saklayabilecek bir zırh oluşturuyor.

Darbe ihtimalini bütünüyle ortadan kaldıracak olan, “demokrasinin” bütün ilkeleriyle ülkeye yerleşmesidir.

Bu olmadı.

Aksine demokrasiyle uyumlu olmayan işler yapılmaya başlandı.

Bizimki gibi ülkelerde “demokrasi dışı her adım” darbe hayalcilerine yarar, onların canlanacağı ortamı besler, darbeciler demokrasinin olmadığı oksijensiz ortamlarda palazlanır.

Ortadoğu’nun çok karıştığı, dünyanın bütün büyük devletlerinin çeşitli hesaplar yaptığı bir dönemden geçiyoruz.

Ülkenin içinde savaş tırmanıyor.

Ne Kürt meselesini çözebildik, ne demokrasiyi tüm kurumlarıyla yerleştirdik, ne de güvenilir bir hukuk sistemi oluşturduk.

Geçmişin hortlayabileceği karanlık bir sahneyi aynen muhafaza ediyoruz.

12 Eylül anayasası hâlâ duruyor.

Hükümet bu uyarılara aldırmıyor.

Darbeciliği, darbe hayallerini yok edecek bol oksijenli bir ülke yaratamıyor.

Orduyu denetleyemiyor.

Devleti denetleyemiyor.

Sürüklenen bir görüntü veriyor, “bir el” siyasi iktidarı Uludere’den bu yana adım adım bir belaya götürüyor.

Balyoz davası, tarihimizde önemli adım.

İlk kez darbeciler, darbecilikten mahkûm oldu.

Bu önemli bir adım ama biz “darbecileri cezalandıracak” noktadan, darbeciliğin asla mümkün olmayacağı, ordunun her eyleminin, her hatasının sorgulanabildiği demokratik bir düzleme atlamalıyız artık.

Bunu gerçekleştiremediğimiz sürece Uludereler, Bingöller bitmez.

Uğursuz soru işaretleri tepemizde hep asılı durur.