Ayın karanlık tarafında takıldığımdır... Tutunup vazgeçmediğimden hep bu olanlar. Bir masam olsun, bir defter ve kalem. Yıkılsın aylar, güneşler, yıldızlar ve yedi âlem. Geliyorlar üzerime akın akın, neredeyse ölümüme yakın. Kansın keyfe, şad olsun bu yürek. Hiç kimse engelleyemezdi onu, bir hilal halesi, ahşap bir nihale bile. Kendisi bile...

Az denedim, çok denedim. Baka baka, göre göre. Benim olursun sanmıştım, oldun da. Ama ben sana ram olamadım, olmazdı. Hak edilmiş miydi, edilmemiş miydi? Ve hak neydi? Hasretin cazip tutkusu sarınca ya da öyle sanınca ve sararınca. Önce susarsın, daha çok susarsın sonra... Ya kanınca, ah ne sefâdır öyle doyasıya kanarsan... İçindeki köhne oyuklara, sular akar sözlerinden...

Güzelliği tek silahıydı ve yegâne laneti. Dayanacağı son destek. Bir avuç resim, kırık kalpler ve mutsuz yüzler. Kendi alımının ve zekâsının esareti ve egemenliği ile aşağılandıkça, ruhunun çoktan kuşatılmış olmasını anlamadı ve hiç önemsemedi. Örümcekler ve akrepler sardı iliklerini. Âh, sahte şehlâ bakışlar ve ikircikli, ilgisiz, sevgisiz dudaklar. Cebinde sakladığı bombalar, üzerine attığım toprağın altında bir ve kendi başına, pek rahat kaldı şimdi. Yukarılara dikmiş gözünü, pişman ve umutsuz...