8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de bir dizi etkinliklerle kutlanıyor. Aslında adına kutlama demek ne derece uygun oluyor, o da biraz tartışmalı.

Kadına şiddet, cinsel ayrımcılık ve cinsel tacizin acımasızca sürdüğü ülkemizde kadın hakları konusunda etkili mücadele ve dayanışma günü olarak algılıyorum ben 8 Mart gününü.

Başlığa takılıp, bu günün anlamıyla ilgili çelişkiler arayanlarda boşuna uğraşmasınlar.

Her ne kadar kadınlara yönelik, şiddet, baskı, aşağılama, cinsel taciz yine devam ediyor ve tüm dünyada en önemli ve yaşamsal sorunlardan biri olarak orta yerde duruyorsa da artık kadınlar örgütsüz değil.

Soframızdaki en onurlu yerlerini aldıkları gibi, toplumdaki sosyal konumlarını yükseltebilmek için de örgütlü biçimde mücadelelerini sürdürüyorlar.

Eskiden olduğu gibi kendilerine yapılan haksızlıkları, ayrımcılığı bir kader olarak kabullenip köşelerine çekilmiyorlar.

Ellerinin hamuruyla erkeklerin işine karışıyorlar, hatta daha da iyi yapıyorlar. Bununla da yetinmeyip diğer kadınlarında yaşamın her alanında etkin ve belirleyici olabilmesi için örgütleniyor, dayanışıyor, ekonomik hayata olduğu kadar, sosyal ve siyasal yaşama da müdahale ediyorlar.

Öyle olduğu içindir ki, Güneydoğudan Hasena Ananın feryadına Edirne’ den Sümbül Kadın ses veriyor, Balıkesir’ de engelli kızını döverek öldüren babaya ilk isyan Diyarbakır’ lı kadınlardan geliyor.

Ülkemizin bir kan gölüne döndürüldüğü yıllarda faili meçhule kurban verdiği oğlu Cemil’ i 31 yıldır evinin kapısını kapamadan bekleyen Berfo Ana sesini Başbakana kadar duyurabiliyor.

Kayıp yakınlarının vicdanı olan cumartesi anneleri yılmadan verdikleri mücadele sonunda devletin en tepesini harekete geçirebiliyorsa artık Türkiye’de kadının adı var demektir…

 Ülkemizde hala töre cinayetleri işleniyor, kızlarımız hala eşya gibi alınıp, satılabiliyor, fuhuş artarak devam ediyor, türbanlı kızlarımızın okuma haklarına karşı çıkılıyor.

Kadını ikinci sınıf vatandaş gibi gören zihniyet, eskisi gibi olmasa da varlığını sürdürüyor, kadını bir meta olarak görenlerin egemen olduğu bir parlamenter sistem içinde, kadının temsil hakkı kısıtlanmaya çalışılıyorsa da kadınlar artık çok güçlü bir muhalefetle seslerini duyurmanın değişik, yaratıcı yol ve yöntemlerini buluyorlar.

Onlar; bizim hiç ummadığımız yer ve zamanda yanı başımızda oluveren, her derdimizi fark ettirmeden çözüveren, yaralarımıza merhem, acılarımıza ortak olan, yoktan var edip bize eşsiz sofralar hazırlayıp da sofrada kendisine yer bulamayan adsız kahramanlarımızdı!

Ama, değişen ve gelişen dünyada biz erkekleri de birlikte dönüştürerek onlar; anamız, bacımız, yarimiz olan kadınlar, kadınlarımız; artık gerçek kimliklerini buluyorlar.

Biz erkeklerin kirlettiği şu güzel dünyayı yeniden yaşanır hale getirmek, barış, sevgi ve kardeşliği egemen kılmak için amansız bir mücadele veriyorlar.

Gerek çalışma alanında, gerek sosyal yaşam içerisinde etkili hale geldikleri gibi, şimdi de siyasal alanda hak ettikleri onurlu yeri alabilmek için uğraşıyor, daha önce sorunlarına ad koymuşken şimdi kendi adlarını, kimliklerini kazanıyorlar.

Onlar; yine fedakar birer ana, sevecen birer eş, romantik birer sevgili, hayatı tırnaklarıyla kazıyarak kuran, yaşatan, yön veren, seven, ağlayan, kızan ama artık onurlarından, kişiliklerinden ödün vermeyen, yaşama inadına sarılan ve anlam katan kadınlar, bizim kadınlarımız…

Bu anlamlı günde öncelikle Hasena Kadının, Berfo Ananın o nasırlı, hasret kokan ellerinden öpmek istiyorum.

Bizlere savaşsız, sömürüsüz, barış içinde, yaşanası bir dünya kazandırma mücadelesi veren Ülkemiz ve tüm dünya kadınlarını yürekten selamlıyorum.