“Güçlü bir soluk istiyorum en derin geceden

çiçek ve harfleri uzaklaştırması için, uyuduğun kemerden

ve altına düşkün beyazlara

bildirsin istiyorum kara bir çocuk,

mısır başağının saltanatının geldiğini”

Federico Garcia Lorca

***

İşsizlik ve hayat pahalılığı derinleşen yoksulluk tüm topluma yayılmış durumda. Bir karikatür gördüm. Yoksul bir adam elinde bir kağıtta “ekmek parasına çalışırım” yazıyor, yanındaki adamın elindeki kağıtta ise , “daha az ekmek parası için çalışırım” yazmakta.

Halimiz bu ne yazık! İşsizlik o kadar büyük ki, insanlar daha az ekmek parasına çalışacağını beyan ediyor. Karın tokluğu bile değil. Daha az ekmek parası için, ekmek parasına çalışmak isteyene rakip bir başka işsiz, çaresiz.

Öyle ‘ekmek elden su gölden’ olmayınca kolay değil ekmeğe ulaşmak. Herkes ekmeğinin peşinde. Herkes geçim derdinde. Küçük yada büyük yeter ki olsun ekmek. Eve ekmek götürmek marifet.

Önce bir iş olacak, iş. Çalışılacak para kazanılacak eve ekmek girecek. (Son aylarda hele bu günlerde sadece ekmeğe gelen zamlar karşısında yoksullaşan halk, halk ekmek büfeleri önünde bir kaç lira tasarruf için soğuk/sıcak, yağmur/çamur dinlemeden uzun kuyruklar oluşturuyor. )

Kemal Sunal bir filminde işçi pazarında bekleyenler arasında. Kamyonetin üzerinde işçi simsarı, birilerini seçerken ‘sen’ dediği kamyonete atlıyor. Kamyonetin kasasına çıkan ‘şanslı’. Simsar her ‘sen’ dediğinde bizimkisi ‘ben’ diyor ama, bakan kim.

Herhangi bir istatistik veri veya bir araştırmaya gerek var mı? İşsizlik ve hayat pahalılığını görmek için. Herkes, çarşıdan, pazardan biliyor, haber dinliyor, okuyor, hepsinden öte yaşayarak kendinden biliyor. Neredeyse herkesin evinde işsizler var, herkesin ekmeği her gün biraz daha küçülüyor.

İş yoksa ekmek de yok. İşi olanın ekmeği hayat pahalılığı içerisinde küçülmeye devam ediyor.

Ekonominin kitabını yazanların tuzu kuru olsa gerek.

Hatırlanacaktır geçen yıl bir vatandaş pandeminin de etkisiyle çalışamamaktan eve ekmek götürememekten yakınmıştı da, bu söylemi “abartılı” bulunmuştu. Evimize ekmek götüremiyoruz diye bağıran adama sözünü geri aldırmadılar mı? Ben öyle demek istemedim de falan filan. Ne yapsın evine ekmek götüremeyen vatandaş , ya az buçuk kalandan da olurum korkusu!

“Ananı da al git”, sözünün üzerinden 15 yıl geçti. Allahtan anasının helal sütünü emmiş de ucuz (!) kurtulmuş köylü vatandaş. “Başkasının işlediği bir suçtan mütevellit adli tıplara gönderildim. Akıllı mı deli mi diye… Düzmece raporlarla siyasi bir karar bağlamında deli raporları verildi, tımarhanelere atıldım. Tımarhane sonrasında şizofren teşhisi konularak zorla taburcu ettiler.” diyor.*

İşçisi, esnafı, köylüsü hep ’abarttı’ ya da “deli” oldu.

“Kitaplar yazıldı”, yazılmaya devam ediyor. Yetmedi EKS ilan edildi. Ekonomik Kurtuluş Savaşı verildiği söylendi. Eks, tıp dilinde ölü demek, iktisat ilminde savaş. Uçuştaki ekonomi birden bire beka sorunu haline geldi nedense, bu ekonomik gidişatın dibe çakıldığının kabul edildiği anlamına gelmiyor mu?

İşsizin, emeklinin, asgari ücretlinin parası neyi almaya yetiyor!

Kim kime karşı bu savaşta. Ekmeğin kilosu kaç para, gübrenin, tohumun kilosu, mazotun, litresi ne kadar. Bir Amerikan doları kaç Türk lirasına denk dahası nerede kaç lirada dengeyi bulacak?

Temel tüketim maddeleri başta olmak üzere hemen her şeye zam geldiği gerçeği inkar edilemiyor. Etmeye kalkan kimi Tek Adam iktidarları vekillerinin deli saçması konuşmaları alay konusu olduğu gibi kendi partilerince bile yasaklanıyor.

Bir diğerine göre, kuyruğun nedeni zam değil de araba bolluğu imiş.

Saraydan “porsiyonlarınızı küçültün” telkinleri akla gelir ama “sağlımız için” söylendiğini unutuyoruz hemen(!)

Sağlığın yanında tasarrufta iyidir. İşten artmaz dişten artar demiş atalar.

Her şey var, ya her şeyi alacak para nerede, kimde? Piyasada gübre var, tohum var. Ekim yapacak köylüde de para var ise, mesele yok. Mağazaların, marketlerin içi, pazarlarda tezgahlar dolu. Yok, kıtlık yok ithalatın da katkısıyla bolluk var adeta. Doğudan batıya sınır komşularımız parası karşısında paramız pula döndüğünden komşular alışverişlerle bavullarını dolduruyor. Ele göre ucuz bize göre pahalı mal piyasada çok. Yarın mal azaldığında da yokluktan değil ama istifçilikten olacağa benziyor. Adeta istifçiliğin önü açılıyor.

İş olunca diş çiğneyecek şey bulur, iş olmayınca diş sıkılır. Sabır sabır nereye kadar. Umut dağıtmaya da devam ediliyor bir yandan, memurlara 3600 ek gösterge, EYT’lilere ‘müjde’ beklentisi, asgari ücrete beklenenden fazla zam... Hikaye ama... beklenti yaratıyor.

“Ben hep elli liralık benzin alıyorum” diyen yurdum insanı akaryakıt istasyonlarında kuyruğa girince kaç lirasını kurtararak kara geçiyor (!) gidecek kaç yüz metrelik yolunu kurtarıyor? En tasarruflu araba, kilometre de ne kadar yakıt tüketiyor?

İşçinin emekçinin, sendikaların, yoksulun müdahalesi şart.

Kapitalist sömürü oldukça işsizlik, yoksulluk, biraz azaltılabilir ama son bulmaz, açlık yoksulluk, işsizlik, sefalet bu adaletsiz düzenin bir sonucudur ne de olsa.

Tek adam iktidarının ekonomi yönetiminde de duvara toslaması ile bu durumu sürdürmek pek olanaklı görünmüyor. Umut satacak. Elde bir o kaldı, umut fakirin ekmeği...

“Ben hep elli liralık benzin alıyorum “diyenlerin Tek Adam yönetiminden kopmasıyla birlikte “geçinmek istiyoruz, artık yeter” diyen işçi ve emekçiler birleşince yolu açabilir. Yoksa “bana oy ver, gerisine karışma” diyenleri oturduğumuz yerden seyirci konumunda izlersek daha önceleri olduğu gibi “atı alan Üsküdarı geçti “ demezler mi? Onun için ezilenlerin sürece müdahalesi şart.

____________________

*  https://t24.com.tr/haber/erdogan-in-15-yil-once-anani-da-al-git-dedigi-ciftci-oncel-basima-gelmeyen-kalmadi-ekmegimle-oynadilar,932480