21 Mart, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1966 yılında alınan kararla tüm dünya ülkelerinin ırk ayrımcılığını önlemeleri amacıyla, "Uluslararası Irk Ayrımı İle Mücadele Günü" olarak açıklandı. Bu nedenle her yılın 21 Mart günü, Uluslararası Irk Ayrımı İle Mücadele Günü olarak kutlanmakta.

Irkçılık tüm insanlığın sorunudur. Bu sorunu azaltabilmek, çözebilmek için tüm insanlığın el ele vermesi gerekmekte.

Tanımı

“Irk” diye bir kavramın benimsenmesi, böyle olguların olduğunu benimsemek anlamına gelir. “Irk” diye bir olgu yoktur. Irkların var olduğunu ileri süren, benimseyen algıları içselleştirmiş kültürler vardır. Bu kültürlerin “”ırk” algılarıyla ilgili tanımları incelemeye çalışacağız.

“Irk” kavramı, “İnsanların toplumsal özelliklerini biyolojik, ırksal özelliklerine indirgeyerek bir ırkın başka ırklara üstün olduğunu öne süren öğreti”(1) olarak tanımlanmakta.

Ruhsal yönden yapılan tanım şöyle:

“Kişinin bağlı olduğu ulus ya da ırkın üstünlüğüne inanarak onun dışında kalan toplulukları aşağı ve hor görmesine dayanan tutum ve davranış. Toplumu kendi kümesi, yabancı küme diye iki bölüme ayırarak kendi kümesine üstünlük ve başatlık tanıma, dış kümeye ise düşkünlük ve uyrukluk tutumunu benimsetme.”(2)

Fiziksel, biyolojik açıdan yapılan tanımlamalar şöyle:

1. Ortak genetik ve fizyolojik özellikler taşıyan insanların ayırt edici nitelikleri (karakterleri).

2. Bir canlı türünde aynı niteliği (karakteri) taşıyan canlıların oluşturduğu alt bölüm.

3. Soy.(3)

Arapça kökenli bir sözcük.

Konuyla doğrudan bağlantılı olan “Etnisite” sözcüğünün tanımı da şöyle:

Etnisite, etnik kölen ya da etnik grup, ortak kültür ya da milliyet temelindeki toplumsal kategoridir(4) (Kategori: Aralarında herhangi bir bakımdan ilgi veya benzerlik bulunan şeylerin tamamı, grup, ulam).(5)

Kökeni Yunanca ethnos'dan gelmektedir. “Kafir, münafık ya da pagan demektir.” İkinci dünya savaşı sırasında Yahudiler, İtalyanlar, İrlandalılar ve çoğunluğu İngiliz soylularından oluşan baskın gruplardan olmayan, aşağı görülen, öteki insanları nitelendirilmek için kullanılmıştır.

Irkçılıkla milliyetçilik arasındaki ilişki şöyle tanımlanmakta:

“Irkçılık; milliyetçilikten farklı olarak kendi toplumunu sevmenin yanında, farklı toplumlara karşı nefreti de barındıran düşünce biçimidir. Hatta bazen bu düşünce öyle bir hal alır ki, diğer toplumlara potansiyel düşman gözüyle bakılabilir. Birlikte yaşayan iki farklı toplumdan, baskın olanı, diğer toplum üzerinde hakimiyet kurma çabası içerisine girebilir. Bu çaba zayıf topluma ait üyelerde milliyetçilik bilincinin oluşmasına neden olacaktır.

Irkçı düşünceye sahip bireyler bazen farklı toplumlara karşı duydukları öfkeyi ve nefreti düşüncenin ötesine geçirerek, eyleme dönüştürürler. Almanya’daki Türklere yapılan saldırılar buna bir örnek olarak gösterilebilir.

“İnsani değerleri esas alan günümüz dünyasında her ne kadar toplumsal farklılıklar en aza indirilmeye çalışılsa, her ne kadar bu farklılıklar görmezden gelinmeye çalışılsa da toplumsal bilinç farklılıkları toplumlar arası çatışmaların devamına neden olmaktadır. Bu çatışmalar, saldırı, cinayet, terör ve savaş olarak kendini göstermektedir.”(6)

İnsan kendi toplumunu sevebilir. Bu çok doğal bir duygudur. Bu duygu, kendi toplumu dışında olan toplum ya da toplumları sevmemesi, onlara kin, nefret, düşmanlık beslemesine neden olamaz. Böylesi bir çizgi, toplumlara, insanlığa yıkım getirir.

Irkçı, etnik söylemler, eylemler, ırkçılığı yeniden üretmekte. Bu sarmaldan kurtulmanın yolu, ırkçı yaklaşımları, söylemleri, eylemleri aşarak, evrensel insan hak ve özgürlüklerine yönelmekten, insana değer veren yaklaşımların yaygınlaştırılmasından geçmekte.

Farklılıkların ortaya çıkışı

İnsanlığın tarihiyle ilgili çok sayıda araştırma yapılmış durunda. Her yeni araştırma, yeni bulgulara ulaşmakta. Birçok araştırmanın sonuçlarını toparlamış şu değerlendirmeye göz atalım:

“İnsanoğlunun etnik ve genetik olarak ayrışmasının 40 Binli yıllarda başladığı düşünülmektedir. 40 Bin yıl önce başlayan bölgesel kümeleşme ve dil farklılıkları, farklı bölgelerdeki insan sayılarının artmasıyla hız kazanmış ve M.S. 500’lü yıllara kadar devam etmiştir. İşte etnik kökenlerin araştırılmasında üzerinde durulması gereken süreç bu tarih aralıkları olacaktır.

Günümüzde insanoğlu siyan, beyaz, sarışın, kumral, koyu ve renkli gözlü gibi çok çeşitli ve muhtelif genetik nitelikler taşır. Tüm insanların atası kabul edilen Afrikalı ilk insanların siyahi (Zenci) olduğu ve uzun süre bir arada yaşayan insanların tamamen birbirine benzemiş olması gerektiği düşünülürse bu değişim nasıl mümkün olabilir? Aslında sorunun yanıtı çok kolay. Radyoaktivite.

Biyoloji, tüm canlıların biyolojik yapısının atomlardan ve hücrelerden oluştuğuna işaret eder. Aynı bilim dalı, düşünme yeteneği olmayan hücrenin fiziksel dış etkenleri hafızasında tutamayacağını ve kendini programlayamayacağını ifade eder. Hücrenin ısıya maruz kalması durumunda ısıya alışmadığını, zarar görmesi halinde programlanmış olan yapısının değişmediğini kabul ediyoruz. Yani sürekli soğuğa maruz kalan bir hücre kendisini soğuk havaya göre programlamayacaktır. Süreli güneş ışığına maruz kalan bir tendeki hücreler kendilerini güneş ışınlarından koruyabilecek şekilde programlayamayacaktır. Peki hücre nasıl programlanır? Bu sorunun cevabı da çok kolay. DNA’lar.

DNA’lar hücrenin yapı taşını oluştururlar ve canlının yapısındaki tüm algoritmik (matematiksel problem çözme kurallar dizisi) yapıyı programlarlar. Hücrelerin tecrübe ettikleri koşullar ve maruz kaldığı etkenler DNA’ların programını etkilemeyecektir ancak DNA yapısını etkileyecek çok daha büyük bir unsur vardır. Radyoaktivite, insanın genetiğini değiştirebilecek tek olgudur.

Coğrafi şartlara, yağmurların şiddetine ve topraktaki radyoaktivite miktarına bağlı olarak farlı etkiler göstererek kafatası ve kemik yapısını, ten renklerini, göz ve saç renklerini hatta karakteristik davranış şekillerini oluşturmuş ve dilleri farklı olan, farklı coğrafyalarda yaşayan toplumları genetik bakımdan da birbirlerinden farklı ve çeşitli hale getirmiştir. Onbinlerce yıl süren bu başkalaşım, Tarihin ilk temel etnik unsurlarını yani ilk ırkları ortaya çıkartmıştır.

70.000’lerde başlayıp 40.000’lere kadar devam eden yarı medeniyet döneminde insanoğlu, ayak bastığı Asya kıtasında çatışmasız, mütevazi bir hayat yaşadı. Irk adı verilen bir kavramın olmadığı, ülke adı verilen politik sınırların bulunmadığı, yeryüzü imkanlarının insanoğlu tarafından makul şekilde paylaşıldığı bu dönem insanoğlunun hem hızla çoğalmasına hem de buzul çağının etkisini yitirdiği tabiatlara ayak basmasına imkan sağladı.

Artık Dünya, yüzbinlerce insanın yaşadığı bir mesken haline geldi. İnsanoğlu, faydalanabileceği tüm tabi kaynaklara göç yollarıyla ulaşıp buraları yurt edindiler. Birbirlerinden ayrı coğrafyada, ayrı diller geliştiren, ayrı yaşayış tarzları edinen insanlar buzul çağının etkisini yitirmesi dolayısıyla yoğun yağmurların topraktaki radyoaktif tesirleri ortaya çıkartmasıyla bu radyoaktif tesirlere maruz kalarak genetik olarak farklılaştılar. Bu başkalaşım, zaten farklı diller geliştirmiş ve anlamları farklı telaffuzlarla konuşmaya başlamış olan insanları genetik olarak birbirlerinden ayırmaya başladı. Böylece tarihi ilk temel ırkları ortaya çıktı.

100 Bin yıl önce ilk insanlar ortaya çıktı, 70 Bin yıl önce Asya’ya göç etti ve 40 Bin yıl önce ilk Irklar ortaya çıktı.”(7)

İnsanlığın bir kaynaktan gelmesine karşın farklı bedensel yapılara, ayrı diller konuşmaya, ayrı inanç sistemlerinin etkisi altına girmesi, uzun bir süreç gerektirmiş. Kıskacına girdiği bu alanlardan kurtulabilmesi için çok daha uzun süreçlerin geçirilmesi, büyük uğraşlar verilmesi gerekmekte.

Etnisiteye dayalı soykırımlar

İnsan kıyımlarının çok eskilere dayandığı bir gerçek. Bu konuda yapılan şu araştırmaya göz atmak gerekmekte:

“Kimileri, cinai (insan öldürmekle ilgili) eylemlerin hem modern hem de eski olduğunu belirterek, kötü ünlü Asurluları(8) Yunan Şehir Devletlerini(9)yıkan Kartacalıları ve Numantia ile Kartaca’yı yerle bir eden Romalıları örnek göstermektedirler” saptamasını yapmıştır.

Bu saptamayı, açıklayıcı şu görüş daha aydınlatıcı: “Smith (1997), Tarihin tüm devirlerinde soykırım yaşandığını belirtir. Bunları farklı tarihsel devirlere göre tiplere ayırır. Fetihçi, dini, sömürgeci ve modern”(10)

Göçebe toplulukların, yerleşik insan topluluklarının yurtlarını ellerinden almaya çalışmaları, kendi inanç sistemlerini başka topluluklara güç kullanarak benimsetmeyi denemeleri, benimsemeyenleri öldürmeleri, başka ülkeleri, toplulukları sömürge durumuna getirmeye çalışmaları, farklı soylardan geldiklerini, farklı kültürler yaşadıklarını ileri sürerek, bu farklılıkları ortadan kaldırıp onları kendileriyle benzeştirmeye, kendi kültürlerini yaşatmaya çalışma gibi nedenlerle, insanlığa yaşatılan acılar, yeryüzünü insan kanıyla kırmızıya boyamış bulunmaktadır.

“Modern etnik temizlik, demokrasinin karanlık yüzüdür. Etno-milliyetçi hareketler devletin kendi ethnos’larına (kendi etnik grubuna) özgü olmasını isterler. İlk baştaki niyetleri bu devlette demokrasiyi kurmaktır. Ancak, sonra diğerlerini dışlamanın, temizlemenin peşine düşerler. Demokrasinin sosyalist versiyonlarının da karanlık bir tarafı vardır. Halk proletaryayla bir tutulmuş, devrim sonrasında ise sınıfların ve başka düşmanların temizlenmesi başlayabilmiştir.(11)

Yeryüzünde yaşanan etnik soykırımların araştırıldığı bu yapıtta, bu kıyımların modern çağın bir ürünü olduğunu ileri sürülmekte. İnsanlığa anlatılmaz acılar çektiren bu olgunun tüm uygarlıkların az ya da çok acı bir gerçeği olduğu bilinmektedir. İnsanlığın, kendi soyu dışında gördüğü kesimleri acımasızca öldürmesinin, devletli uygarlığa geçilmiş olan 5 bin yıllık zamandan buyana yaygın olduğu bilinmekte. Ulus devletlerin ortaya çıkmasıyla tavan yaptığı görülmektedir.

Tek ırk, “insan ırkı”

Yerküre’de tek ırk var, “insan ırkı”. İnsanın ortaya çıkışını, Evrim Kuramı’na ya da dinlere göre değerlendirebiliriz. Her iki açıdan da bakılınca, insanların farklı ırklardan olduğunu söylemenin anlamsız olduğu açık.

Dünyada farklı ırkların varlığını benimsemek başka, bu farlılıkları insanlar arasındaki ayrımcılığın nedeni olarak görmek, bir çatışma gerekçesi olarak göstermek başka şeydir. Farklıkların varlığı, aralarında sürtüşme gerekçesi olarak görülmemeli.

Irk ayrımcılığı yüzünden insanlığın ödediği bedeller korkunç boyutlarda.

Küreselleşmenin belki de en güzel yanlarından biri insan merkezli bir toplum bilincine sahip olabileceğimizi bize gösteriyor olmasıdır. Bunun içinde biraz çaba sarf etmemiz gerekiyor. İnsan merkezli bir anlayışla, toplumsal bölünmüşlük değil, farklı toplumların bir arada yaşamaları sağlanabilir. Böylesi herkes için daha güzel olacaktır diye düşünüyorum.

Faşizmin altında, kendini en üstün toplum olarak görmenin ötesinde, diğer toplumları egemenliği altına alma çabası da yatar. Bu çaba fikren de olabilir, fiziksel şiddet yoluyla da. Bu uğurda büyük savaşlar verilir, birçok insan yaşamını yitirir.

Faşizm günümüz dünyasında hiçbir toplum ve hiçbir kimse tarafından kabul görmemektedir.

İnsani değerleri esas alan günümüz dünyasında her ne kadar toplumsal farklılıklar en aza indirilmeye çalışılsa, her ne kadar bu farklılıklar görmezden gelinmeye çalışılsa da toplumsal bilinç farklılıkları toplumlar arası çatışmaların devamına neden olmaktadır. Bu çatışmalar, saldırı, cinayet, terör ve savaş olarak kendini göstermektedir.

Irkçılığın varacağı son nokta faşizm, baskı yönetimidir.

Herkesin insan hak ve özgürlüklerine eşit biçimde ulaştığı bir dünya düş müdür? Böyle bir dünyanın kurulması olanaksız mıdır? İnsanlık tarihine bakılınca, böyle bir dünyanın kurulması düş gibi. Duyguları bir yana bırakarak, aklımızı kullanmaya çalışırsak, böyle bir dünya neden kurulamasın?

Yeryüzünde yaşayan insanlar ve halklar benzer sorunlar yaşıyor olmalarına karşın, bu sorunları çözme noktasında bir araya gelmeyi bir türlü başaramıyorlar. Yaratılan bazı ayrıştırıcı, ötekileştirici soyut kavramlar, gerçek düşmanı gözlerden kaçırıyor, böylece bedel ödeyen halk yığınları her seferinde aynı kalıyor.

Herkesin kendisi kaldığı, insan hak ve özgürlüklerini eşit biçimde kullanabildiği bir yaşam kurgulanması gerekmekte.

-----------------------------------------

  1. Güncel Türkçe Sözlük.
  2. Ruhbilim Terimleri Sözlüğü, ne-demek.net/anlamı/ırkçılık-ne-demek.html
  3. https://www.nedir.com/ırk
  4. https://www.nedir.com/etnisite
  5. www.nedemek.org/kategori+nedir
  6. bigalioglu.blogcu.com/milliyetcilik-irkcilik-fasizm-nedir/4054613
  7. www.turktarihim.com/Etnik_Unsurların_Ortaya_Çıkışı.html
  8. Aslen Kuzey Irak'ta, Dicle kıyısında bulunan Aşur/Asur (Qalat Şarqat) kenti ve çevresinde yaşayan bir Sami toplulukken, özellikle M.Ö. 2000 sonrası Doğu-Batı arası küresel ticaretten yararlanarak gelişmiş ve topraklarını genişleterek ülkelerini bir imparatorluğa dönüştürmüş Eskiçağ halkı. https://www.turkcebilgi.com/asurlular
  9. MÖ 800'lü yıllarda birbirinden bağımsız işleyen birçok polis (kent, şehir devleti) vardı. Kendi bulundukları özel bağlam sonucunda her şehir devleti, monarşilerden oligarşilere, askeri toplumlardan proto demokrasilere çeşitli yönetim şekilleri oluşturmuşlardı. Monarşiler, bazen belirli bir yasa dizisini izlemeyen tiranlar tarafından yönetiliyordu. Oligarşiler şehir devleti hükümetini idare eden güçlü kişilerden oluşan küçük gruplardı. Oligarşi yöneticileri ve tiranlar iktidara gelmek için sık sık rekabet ediyorlardı. Demokrasiler vatandaşların oy vermelerine ve devletle ilgili kararlara katılmalarına olanak sağlayan yönetim biçimiydi. https://tr.khanacademy.org/humanities/world-history/ancient...
  10. Mann, Michael,(Çeviren: Bülent O. Doğan), Demokrasinin Karanlık Yüzü, Etnik Temizliği Açıklamak, İthaki Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 2012, s.41
  11. A.g.y. s. 584