Söz ile yazının anlamını, tadını yitirdiği, berbat, bunaltıcı anlardayız. İnsan bu tür anlarda yanlış olduğunu bile bile bazen hayali fatalist keşkelere çaresizlikten düşebiliyor. “Keşke Ortadoğu’da doğmasaydık”, “Keşke Ortadoğu’da egemen dinin hiç reform yaşamamış İslamiyet değil de, reform yaşamış, göreli de olsa sekülerliğe saygılı bir konuma gelmiş bir din yaygın olsaydı” keşkelerine insan dalabiliyor. Ama gerçekliğimiz ortada. Vahşi katliamın tetikçileri de, besleyicileri de aşikar ve belli. Bilinmeyen hiçbir şey yok. IŞİD’İ bu hale başta Katar, Suudi Arabistan ve AKP iktidarı olmak üzere yıllardır silah veren içlerinde batılı ülkelerin de olduğu yirmiden fazla devlet bu hale getirdi. Davutoğlu’nun açıklamaları kargaları bile acı acı güldürür. “IŞİD’e ilk biz cephe aldık, terör örgütü dedik” diyor. Devam ederek “IŞİD’e karşı en etkili tedbirleri de biz aldık” diyor. Bu sözlere kendisinin de inandığına inanmıyoruz.

Tüm dünya IŞİD’e Türkiye’nin silah, mermi, füzeler verdiğini, IŞİD militanlarının Türkiye hastanelerinde tedavi edildiğini, Bosna’daki IŞİD kampında eğitilenlerin Türkiye üzerinden IŞİD’e katıldıklarını, Türkiye topraklarına düşen IŞİD toplarına karşı askeri karşılığın IŞİD’e değil de bilinçli olarak YPG’ye yöneltildiğini artık bölgedeki on yaşındaki çocuklar dahi biliyor. Eğer Davutoğlu söylediklerinde en azından bundan sonra pratikte tutarlı olacaksa; kağıt üstündeki deklarasyonlara boş versin. Tutarlı icraata başlasın. İlk iş olarak da IŞİD ile ilgili soru soran gazetecileri gözaltına alan Urfa valisini, Suruç’ta gerekli güvenlik ve istihbarat önlemlerini almayan Suruç kaymakamını, emniyet ve MİT yetkililerini, askeri yetkilileri görevden alsın. Rezalete bakın, katliamdan sonra yaralılara yardım etmek isteyenler TOMA’larla engelleniyor, yaralıları taşıyan arabalara gaz sıkılıyor.

IŞİD’in bu vahşi saldırısı aylardır haber vere vere, zil çala çala gelmiştir. Davutoğlu sözlerinde samimi olacaksa Galatasaray’da katliamı protesto edenlere TOMA ve gazla saldırma emrini veren İstanbul vali ve emniyet müdürünü görevden alsın. Tabi ki bunları yapamayacaktır, yapmak istemeyecektir. Bugüne kadar Türkiye’de binlerce IŞİD’linin kol gezdiği yazılıp çizildiği halde IŞİD’e yönelik ciddi bir operasyon dahi yapılmamıştır. Tırlarla IŞİD’e yardım, Cumhuriyet gazetesinde tüm belgeleri ile ortaya serilmiştir. AKP iktidarının fetişçi, mezhepçi politikaları Türkiye’yi kökten dinci çetelerin ‘Ortadoğu katliam çemberinin’ içine sokmuş oldu. IŞİD bu katliamla, İran’ın ABD ve batılı güçlerle yaptığı nükleer programa ilişkin anlaşmanın, IŞİD’e karşı yoğunlaşacak operasyonlara karşı Türkiye üzerinden yeni bir cephe açmış oldu.

IŞİD bu katliamla aynı zamanda, daha önceki seçim öncesi Adana ve Mersin’de HDP binalarına yapılan saldırılarda olduğu gibi, HDP’nin Diyarbakır mitinginde patlatılan bomba olayında olduğu gibi; MHP’nin yok kabul ettiği, Cumhurbaşkanının bayram sabahı bile nefret söylemi ile saldırdığı HDP’ye açıkça savaş açmış oluyor. Bu katliam aynı zamanda Kobani’ye yönelik enternasyonal dayanışmaya karşı, ilerde daha da gelişebilecek Ortadoğu devrimci çemberine karşı da bir intikam saldırısı niteliği taşıyor.

Batının baskısıyla son günlerde dil ucuyla IŞİD’i telin eder gözüken AKP’nin IŞİD’e karşı mücadele etmeye ideolojik zihniyeti de engel. Yani IŞİD zihniyetiyle AKP’nin mezhepçi, fetişçi zihniyeti arasında çok benzer örtüşmeler var. IŞİD girdiği her yerde estetik, tarihi, toplumsal, kültürel varlıklara da saldırıyor. Erdoğan da Kars’taki anıtı Ucube olarak değerlendirmişti.

Gökçek de belediye başkanı olduktan sonra ilk iş olarak değerli mimar eski Ankara belediye başkanı Vedat Dalokay döneminden kalma Kızılay ve Sıhhiye’deki estetik heykelleri ortadan kaldırmıştı. Türkiye’deki tarihi, kültürel, ekolojik toplumsal malvarlıkları en çok AKP iktidarı döneminde zarar görmüştür. IŞİD egemen olduğu her yerde sadece kamusal yaşamı değil özel yaşamı da kendi kurallarına tabi kılıyor. Erdoğan ve ekibi de kürtajdan, çocuk sayısına, içkiye, mini eteğe kadar özel yaşamla ilgili her şeye el atmaya çalıştı. IŞİD kadınları köle olarak kullanıyor. AKP ise kadın erkek eşit olamaz, bu işin fıtratına aykırı diyor. Erdoğan ve ekibi sürekli Alevilere, ateistlere, LGBTİ’lere, Kürtlere, kadın erkek eşitliğine, Zerdüşt inancına yönelik nefret söylemleri ile ideolojik olarak da bu tür saldırıların üst yapısını hazırlamıştır.

Kuşkusuz bu anlayışlar kökenini reform yaşamamış İslamiyet’te bulmaktadır. İslami düşünürler, yazarlar, İslami kanaat önderleri İslam’da reform ihtiyacını gündemlerine almalıdırlar. Dünyanın en geri ve problemli ülkeleri neden İslam ülkeleri, bunu cesaretle tartışmalılar. İslam dini diğer dinlerle kıyaslandığında kadın erkek eşitliğini kabul etmeyen, kadın ve çocuk haklarının en geri olduğu, bilim ve sanat özgürlüğüne kelepçelerin en fazla olduğu en kaderci dindir. Patriyarkal ideolojiye en açık dindir. Unutulmamalı ki patriyarkalizmde hak yoktur, lütuf vardır.

Afrika’nın Pinochet’si eski Çad diktatörü Hissene Habre Senegal’de insanlığa karşı suçlardan yargılanmaya başladı. Çad’ı 1982-1990 yılları arasında katı bir diktatörlükle yöneten diktatörün, İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün yaptığı araştırmalara göre on iki bin kurbanı var. Hissene Habre, etnik gruplara karşı da infaz, işkence ve düşmanla savaş politikaları uygulamıştı. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nden Reed Brody, Habre’nin yargılanmasını önemli bir gelişme olarak değerlendirdi. Ve şu vurguyu yaptı; “Bu dava bir çok suça karışmış ve hiçbir zaman yargılanmayacağını düşünen diktatörlere de emsal olsun.”

1974 Kıbrıs askeri işgalinin de yıldönümünü kutluyorlar. Mustafa Akıncı gerçeği söyleyerek; “Bunun adına Kıbrıs Barış Harekatı dense de bu savaştı… Türk Toplumunun çektiği acılar yanında Rum toplumu da 1974 trajedisinin en büyük mağdurlarından biriydi.” dedi. Bülent Ecevit dönemi yapılan Kıbrıs’a askeri çıkarma öncesi; Türkiye’de bir çok şehirde sosyalistler olarak gözaltına alındık. Potansiyel bir karşı çıkış olmasın diye yirmidört saat muhtemel tehlikeli görülerek yirmidört saat nedensiz gözaltında kaldık. Kıbrıs’ta savaş devam ederken yanılmıyorsam Türkiye’de sadece Antep’te oldu. Kıbrıs’ta işgale hayır mitingini yaptık. Yaklaşık bin kişi katılmıştı. Miting sonrası hakkımızda yakalama kararı çıktı. O mitingde söylediklerimiz şimdi de daha çok geçerli. Türk askeri de Yunan askeri de adadan çekilmelidir. Kıbrıs halkları İngiltere’nin, Yunanistan’ın, Türkiye’nin müdahalesi olmadan, vesayeti olmadan demokratik bir federasyon kurmalıdır. 90’lı yılların ikinci yarısında yanılmıyorsam 1997 idi, bir sempozyuma konuşmacı olarak Lefkoşa’ya bir sendikanın daveti ile gittim. Görüştüğüm tüm dernekler ve esnaf temsilcileri Kıbrıs’taki Türk komutanlığın vesayetinden şikayetçiydi. Meclisin Türk komutanlığı vesayeti altında çalıştığını söylediler. Kıbrıs Türk kesiminde çok sayıda kontra cinayetler de işlendi. Mustafa Akıncı eğer engellenmezse Türk – Rum anlaşması için Kıbrıs’ta bir şans gibi. Umarım.

Kobani’de yeniden inşa için; park ve kütüphane yapmak için, yardım malzemesi ve çocuklara oyuncaklar götürmek için enternasyonal ruhla dayanışma için giderken; Katar, Suudi Arabistan ve AKP iktidarınca beslenen, şımartılan, cesaretlendirilen insan olmayanlar tarihinin en vahşi çetesince katledilen genç sosyalistleri hep saygıyla anacağız. Onların anısına en büyük saygı, enternasyonal dayanışma ruhunu, özgürlük ve barış mücadelesini daha da yükseltmekle olacak.